Merve Kılıç tarafından

Değerlendiren: Merve Kılıç

Tarih: Eylül – 2021

VAHYE GÖRE BÜYÜK ZULÜM

Dua edebilmek, insanı yücelten ve Allah katında onun değerini artıran bir haldir. Dua, bir ibadet ve istek olarak ‘en yüce’ ile olan iletişimdir. Dua, kulluğun bir tezahürü olarak insanın Allah’a halini arz etmesi, mevcut durumunu koruması veya düzeltmesi için yönelmesidir. Allah’a yönelebilmek ise insanın iman ve itaatine işaret eden en özel haldir. Dua sadece sözde değildir, ameli de beraberine alma çabasıdır. Atılımlar, inkılaplar manası taşıyan İslam adına layık olmak için ilmi uyanış gayretlerine geçme çalışmaları gerek. Yüce Allah, zulme düşen topluluklara, gerekli tövbeye geçmedikçe, hidayet vermeyeceğini bildirmiştir. Sünnetullah böyle olunca, yapılacak iş; zulüm bulaşığı bilmezliğin temizlenmesinden başka çaremiz kalmadığını bilmekle başlar. Zulüm kokan ölçüsüz gayretleri fıkhi yöne döndürüp hayırlara koşarsak, hakim ve adil olan Rabbimizin vaadi var, diyor Çekmegil kitabın ilk sayfalarında. Ve devamında, insan cehaletten kurtulmaya çalışmıyorsa zalimdir, taşıdığı yükümlülükten habersiz karanlık bir hayat sürdürür. İnsanoğlu yaratıcısının kendisinden ne istediğini araştırmaktan uzakta, gafil bir hayat sürdürüyorsa, haksızlıkların her çeşidine düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ne olursa olsun salatsız bir kişi, ırgatsa tembelleşebilir, doktorsa kasaplaşabilir. Öğretmen ya da öğrenci ise robotlaşabilir, mühendis ise hesap kitaplaşabilir. Enerjisini harcayacak yer bulamayan genç ise sporlaşır. Tacirse zekatsızlaşır, hakimse hakka bağlı hukuk sistemiyle değil, keyfiliklerle karar almaya mahkum olur, zalimleşir. Hoca ise besmelesizleşir, besmelesiz okur ve okutur, nefsinin ve okuttuklarının gerçek istikbalini karartır, diyor devamında. Çekmegil, kitaptaki büyük zulümlerin birkaçına değinmiş ve daha detaylı olarak ayetlerle pekiştirmiştir. Kitabın büyük kısmında bu zulümleri konu almış, ben de kitabın altını çizdiğim kısımlarla özetledim.

İnsanların kavim olarak değil, inanmış şahsiyetli kişiler olarak en şereflisi dinine sahip çıkan muttakilerden başkası değildir. Bu ölçünün dışına çıkarak herhangi bir kavmi yüceltip, diğerini aşağılamak o insanları yaraladığı ve hakkaniyete uymadığı için zulümdür. Bilhassa yaratıcıyı yalanlamış olacağından, böyle davrananlar, yani bir kavmi yüceltip, diğerini hakir görenler çok büyük zalimlerden olur. Fertlerin birbirlerine karşı kibirlenmesi de zulümdür, der yazar paragrafta; medeni denilen şu vahşi çağda, Japonya'da Hiroşima ve Nagazaki, Almanya'da sanat şehri Dresden’de, bir günde yüzbinlerce insanın yok edilmesi... Irak'ta Bağdat, Afganistan'da Kabil ve benzeri yerler vahşetlerle yıkılırken yine yüzbinlerce ölü ve yaralı... Suçlu suçsuz, kadın çocuk demeden bu caniyane katliamlar yapılmış.  Şimdi de Rusya'dan sonra Amerika'nın zalim idarecilerinin elinde kalan şu zavallı Dünya. Bosna Hersek'te haince döndürülen fecaatleri hatırlayalım. Oradaki kamplarda işlenen işkenceler; alçakça cinayetler ne Şili ne Panama ne Vietnam vahşeti bu kadar vahşice, hem de dünyanın gözü önünde, sahte demokrat Batının tüyleri ürpermeden seyrettiği toplu katliamlar.. Avrupa'nın ortasındaki Bosna halkının başına gelenlerin vicdansızlığındaki iğrenç vahşet nasıl izah edilir? diyor. Yaratıcısından uzaklaşan insanın ne hale geldiğinin örneğidir bunlar.

Başka bir paragraf da zulümlerin en büyüğünden bahseder: Bir insanın demediğini, dedi demek, en azından yalan olduğu; her söze hemen kanan dikkatsizler arasından adama haksız hasımlar kazandırmış olacağı için zulümdür. Bir alimin demediğini, dedi demek, ilmi yolu zedelediği ve onun razı olmayacağı bir işle meşgul gösterildiği; aydın olmayanların yanında itibardan düşürüldüğü için zulümdür. Hele bu iftira zulmü, alim ve Allah'ın velisi gördüğünüz, Resulullah'ın ilk halifesi büyük bir sahabeye yapılırsa, söz konusu kesim çok şaşırır. Çekmegil, Mümin birinin deyip yapmadığını, dedi-yaptı demek, ‘Allah’ın velileri’ni ‘şeytanın velileri’yle karıştırıp ölçüsüzler nezdinde seçilmez hale getirdiği için zulümdür, der. En çok işlenen zulüm de budur, diyor. Hak Rasulünün demediğini delilsiz olarak, dedi demek, en büyük günahlardandır. Resul-i Ekrem’e atfedilen yalandan daha büyük bir yalan düşünülemez. Yüce yaratıcımız Allah Teala’nın demediğini dedi demek ise, O’nun kurtarıcı yolunu, ilmi yöne eğilmemişler yanında, karanlıklar arasında seçilmez hale getireceği ve tebliğlere yanlış istikametler vereceği için olsa gerek, en büyük zulüm olarak belirlenmiştir, diyor. En’am Suresi’nde: “İnsanları ilme dayanmadan saptırmak için yalan düzüp de Allah'ın üstüne atanlardan daha zalim kimdir? Şüphesiz ki Allah o zalimler güruhuna hidayet etmez” (6/114). Hud Suresi’nde: “Allah'a karşı yalan düzenden daha zalim kimdir? Onlar Rablerine arz edilecekler, şahitler de ‘İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir’ haberiniz olsun ki, Allah'ın laneti zalimlerin tepesindedir” (11/18). Buradan insanın Kur’an ile iletişiminin kuvvetli olması gerektiğini, din adına bilinçli konuşulması gerektiği çıkarılabilir.

Yine En’am Suresi’nde: “Muhakkak ki, birçokları ilim dışı hevalarına uyarak sapıtıyor” (6/119). Onlara, “eğer doğrucular iseniz bana ilme dayanarak cevap verin” (6/143). Yanınızda herhangi bir ilim varsa hemen onu bize çıkarın. Siz bir zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz yalan söyleyenlerden gayri kimseler de değilsiniz, deyiniz. Görülüyor ki; Kur'an-ı Hakimdeki verilere göre, kaynak göstermeye lüzum görmeden, delilsiz söylentilere ‘Allah buyurdu ki’ diye nakiller yaparak vebal endişesi taşımamak büyük zulümdür. Kitaplarında, ‘Allah buyurdu ki’ derler, ilmi disiplinden uzakta, bir delile sahip  olmamak insanı zalim olma tehlikesiyle karşı karşıya getirir. Böylesine acı tehlikelere düşme dikkatsizliğinde bulunan kimselerin çoğu, herhangi bir hıyanetten değil, belki de Kur'an'dan uzakta, ‘disiplinsiz bir din gayreti’nden kaynaklanıyor olsa gerek diyor Said Çekmegil. İlmi bir delil, sıhhatli bir kaynak göstermeden, hikayelerinde, Allah'a ve Resulüne atıflar yaparak -araştırıcı olmayan- insanları şaşırtan bu haksız iftiralar, geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi, asrımızda da yapılagelmiştir ve yapılmaktadır. Yazar da kitapta birçok örneklerini bir araya toplamıştır. İslam aleminde sonradan  ortaya çıkan taklit hastalığının sebep olduğu bu hal, Kur'an'dan uzakta çırpınıp duruşlar; pek çok asılsız hikayelerin din diye takdim edilmesini önleyememiştir. Pek çok samimi Müslümanın gayretleri ile söz konusu zulme karşı tenkitler gerektiğince yapılamadığı için mi nedir, lüzumlu uyanıklık sağlanamamış olarak görünüyor. Oysa tenkit ibadetti diyor M. Said Çekmegil.

Kitapta altını çizdiğim bir kısım; Cenabı Hak beyan etmiş ki: “İnsanları ilme dayanmadan, yalan söz söyleyip de Allah'ın üstüne atandan daha zalim kimdir? Şüphesiz o zalimler güruhuna hidayet vermez”. İslam alemine taklit marazının musallat ettiği bu büyük zulüm anlaşılmadığı müddetçe, İslami görülen her oluş -tarihte olduğu gibi- zalimlerin yöntemleriyle sürüp gideceğe benzer. Sünnetullah’ı anlayarak sünnet-i Resulullah'ı model edinmeyen toplumlar, mümkündür ki yazarın ifadeleriyle Fena’da belki kazanırlar. Ama Beka’da zarardan kurtulacakları düşünülemez (4/171). İman edip de inanışlarını zulümle bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olmak onların hakkıdır. Ve işte doğru yolu bulmuş kimseler onlardır (6/82). O halde ey sevgili Mümin sen yüzünü bir muvahhit olarak dine; Allah'ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır.

Son olarak kitabın sonlarında çizdiğim bir paragraftan: Hakkı ikame etmeye çalışmak, hayrı söylemeye gayret etmek gibi çok şerefli bir ibadet yapmaya bir müminin gücü yetmiyorsa, ehliyet ve imkanı bulunmuyorsa zaten böyle bir ibadetle mükellef olmadığı için mesele yoktur. O Müslümana, susma ibadetini yaparken, hayrı ve hakkı bilmek için arama ibadetini aksatmamak ve güçlü olma çarelerine tevessül etme kalır. Bir Müslüman yalan yanlış konuşmalarla dinini zayıflatmamak için susuyorsa bu dahi Mümine şeref veren bir ibadet olur. İnsanlar için bilmediklerini mutlaka konuşmak mecburiyeti yoktur ki. Hele bu konuşma, ehliyetli olmadığı, ilmi delili bulunmadığı halde hükümler koyan tarzda ise. Delilere sahip olmadan, bilhassa İslam gibi, ebediyeti saadete veya felakete inkılap ettirebilecek konularda bilmediğini açıklamaya neden olan sözlerden başka, hüküm ifade eden her lafı günahtır. Tövbe etmedikçe kendisini felakete sürükleyebilir. Görülüyor ki, şahsiyetini koruyabilmiş bir kimsede, bilmediğini bilmek; icabında bilmediğini açıklamak İslami bir prensiptir, diyor Said Çekmegil. Özetle Müslüman bilmediği konu hakkında konuşmaz, bilmediklerini öğrenme gayreti içinde olur. Dini öğrenme, ilmi arttırma gayreti bir müslüman için bir zarurettir. Bu uğurdaki gayretlerin artması ile toplumun kurtuluşu sağlanabilir çünkü bilgi güçtür, güçlü bir Müslüman toplum yeşertme temennisiyle...

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz