Begüm Kıtay tarafından

Değerlendiren: Begüm Kıtay

Tarih: Eylül – 2021 

VAHYE GÖRE BÜYÜK ZULÜM

Öncelikle zulmün kelime manasını hatırlatarak yazıma başlamak istiyorum. “Sözlükte ‘bir şeyi ona ait olmayan yere koymak’ anlamındaki zulüm (zulm) din, ahlâk, hukuk gibi alanlarda terim olarak ‘belirlenmiş sınırları çiğneme, haktan bâtıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara sokma, rızasını almadan birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunma, zorbalık’, özellikle de ‘güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama’ gibi anlamlarda kullanılır.”[1] 

“Bir şeyi ona ait olmayan yere koymak” yani hakkını vermekten ziyade hakkını zorbalıkla gasp etmek. Bu kavramı çoğu zaman yaratılmışlar arasında yalnızca dünyevi konular için kullanan bizler çok ince bir çizgiyi kaçırıyoruz: Kendi benliğimiz dahil her varlığın Allah’a ait olduğunu ve yalnız O’nun tasarruf hakkının bulunduğunu. Dini tebliğ etmek amacıyla -umuyoruz ki- “bilmeden ve fark etmeden” dini tahrip edenler vahye karşı zalimleşiyor.

Bu bilgisizlikten kaynaklanan zalimlik ve Allah adına söylenen yalanlar taklitçi bir din anlayışını doğuruyor. İşte kıymetli yazarımız da bu noktada değindiği tespitlerle ve tenkitlerle bir farkındalık ortaya koyuyor. Biliyoruz ki bizler kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizi değiştirecek değildir. Her daim Kur’an-ı Kerim’i hayatımızın birincil müfredatı yaparak kendimizi eğitmek durumundayız. İslam’ın uygulanabilir ve ideal bir dünya görüşü olduğunu hayatımız boyunca okuyarak ve okutarak bu değişimi sağlayabiliriz inşallah.

“Birlik, düşmana buğz etmekten ziyade, dosta muhabbette izzetlidir.”

Burada hatırlamamız gereken, Hz. Adem’in ilkeli duruşu olmalıdır. İlk hatasında: “Ey Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, şüphesiz zarar edenlerden oluruz.” (A’raf Suresi/23) diyerek hatasını kavraması ve onu kötüye sevk eden iblisi suçlamadan önce, furkan bir bilinçle yanlışını kabul etmesi bizim için çok büyük örneklik oluşturur. Hz. Adem’in bu tutumunu ilke edinerek, düşmanımıza bize düşmanlık ettiği için kin beslemeden önce, kendi nefsimize zulmetmekten ve ümmet olarak birbirimizi tekfir etmekten geri durup kardeşlik esasıyla hareket etmeliyiz.

“Er-Razi’ye göre ‘kötülükle savaşma görevlerini yerine getirmeyenler’ de zalimdir”. “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Müslim, İman 78; Tirmizi, Fiten 11). Peygamberimizin bu hadisiyle de anlıyoruz ki bizler yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan ve konuştuklarımız kadar sustuklarımızdan da hesaba çekileceğiz. ‘İslam hoşgörü, barış ve huzur dinidir, hadi bunu da hoş görün’ diyerek bir antitez geliştirenler; kötülüğün, fesadın ve zulmün hoş görülebileceğini mi savunmaktadır?  Elbette kötülüklerle ancak mücadele edilir ve savaşılır. Konu özelinde yalan yanlış menkıbeler uydurarak Allah’a iftira atanlar ise bu zulme ses çıkaranları neden tekfir etmeye çalışmaktadır? Mesnetsiz her iddia sorgulanmaya mahkumdur. Peki, vahiyle emredildiği halde insanları düşünmekten men edenler neye mahkûm olacaktır, orası Allahualem.

“İslam demek, ‘… kuvvetli olmak, rehavet ve gevşeklikten, eğrilip, bükülmekten uzak bulunmak’tır”.

Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi; “Ve giderek bütün gençleri saran bir gırgır furyası, bir gevezelik, malayanilik, bir seviyesizlik…” Müslüman kimliğinin getirdiği vicdani rahatlık ve huzur, aynı zamanda rehavetten ve gevşeklikten bizleri sakındırmalıdır. Her ne kadar Zarifoğlu’nun bahsettiği grup gençler olsa da günümüzde her yaş grubu için bu tespiti yapmak mümkündür. Gençliğin hataya meyyal oluşu yaşça büyük olanlar için de bir sorumluluktur. Yargılamadan, yol gösterici olmak. Öfkelenmeden, iyi bir dinleyici olmak gerekir. Çünkü gençlerin en çok ihtiyacı olan şey, Hz. Musa’nın da duasında yer bulan; anlaşılmak özlemidir. “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar.” (Taha Suresi/28).

Kısacası İslam benliğimizi güçlendirerek, bizleri seviyesiz ve karaktersiz her türlü davranıştan korur.

“Bir davası olmayanların duyguları, kuzuların ve kuşların nameleri gibi hoş da görülse, insana bir silkiniş getirmekten aciz kalır. Günün şairlerinin problemi davasızlıktır çoğunlukla.”

“Şair eğer hak yolda ise, görevi, güzel duygularla güzele zemin hazırlamak olmalıdır.”

“Eğer insan muttaki bir Müslüman olma yolunda ise, her haliyle olduğu gibi, şiirle de cennetine varabilir.” 

Şiirle yakından ilgilenen bir genç olarak değerli bir şairin kaleminden bu tespitleri okumak benim için çok güzel bir nimet elhamdülillah. Şiir bence görmezden gelineni görünür kılmaktır, unutulanı unutulduğu yerden hatırlatmak… Çok kelimeye ihtiyaç duymadan, az olanın getirdiği sade fakat vurucu bir anlayışla kendini ifade edebilmek büyük bir rahatlık bana göre. Yazdıklarımızın, konuştuklarımızın, sustuklarımızın, düşündüklerimizin ve varlığımızın Müslümanca şekillenmesi duasıyla bir şiirimden alıntı yaparak yazımı sonlandırmak istiyorum.

“…Biz kimsesiz doğduk bugüne

Dünü ve yarını olmayan ölüler tanıdık.

Fakat hâkimi değil şahidi olduk bu çağın.

Şahidim; parmak uçlarınla kestin nefsinin nefesini

Şahidim; yaklaştıkça yaktık birbirimizi

Şahidim; çirkinliğin de vardır bir marifeti

Şahidim tüm varoluşlara,

Yok oluşlar ikna eder tek bir Vâr’a beni.”

 

 

[1] [1] https://islamansiklopedisi.org.tr/zulum#1.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz