Münevver Anlayışımız kitabından
Begüm Kıtay tarafından
Değerlendiren: Begüm Kıtay (Boğaziçi Üniversitesi – Okul Öncesi Öğretmenliği – 3. Sınıf)
Tarih: Ağustos – 2021
MÜNEVVER ANLAYIŞIMIZ
Münevver Anlayışımız kitabıyla yazar bizlere, aydın bir kimse olabilmenin yolunun İslam’ın nurunu kavramaktan geçtiğini izah ediyor. Bütün ideallerin İslam’da anlam kazandığını ve uygulanabilirliğini, örneklerle, konuşmalarla daha iyi idrak ediyoruz. Ben de birkaç alıntıyla kitapta üstünde durmak istediğim noktalardan bahsedeceğim inşallah.
“İnsanlara has bir düşünceye sahip olan her kişi bu düşünebilme hasselerinin kendisine kendinden gelmediğini ancak kendisini var eden ve var ettikleri arasında insana hususi bir değer vererek diğer yaratılmışlardan ayıran üstün bir varlıktan geldiğini düşünmesi. Ve diğer yaratıklara akıl, muhakeme vermek istense bile, buna değil tek bir insanın bütün insanların dahi güçsüz kalacağının gerçekliğini idrak etmesi yani yaratıcısının kudretini anlaması.”
İnsanın her daim haddinden fazlası olduğuna inanması, fikri özgürlükleri savunurken bir yandan da zihinlere hükmetme kaygısı hepimizin şahit olduğu bir tabloyu oluşturur. Elindeki varlıkları birleştirerek kendini yaratıcılığın öznesi haline getirenler yoktan varoluşların peşine düşmeyi enteresan bir biçimde reddeder. Bizlerse aklımızın hudutlarını aklın yaratıcısına göre şekillendiren kimseler olma niyetindeyiz biiznillah.
“Maddi yükselişimize vesile olan kanat ve pervaneye, yükseldikçe nasıl daha çok muhtaç olursak, artık yükseldik bunlara ihtiyaç kalmadı diye kanat ve pervaneyi şuursuzca parçaladığımız an, nasıl aşağılara düşerek parçalanırsak işte manevi yükselişimize vesile olan ibadetlerimizde öyledir.”
İyiliği yalnızca insanlara karşı olan iyilikle sınırlandırmak için fazla ölümlüyüz. Yaratıcıya karşı sorumluluklarını yerine getirmeden yaratılanları memnun etmeye çalışmak, kalbî temizliğe değil de kalbî ikiyüzlülüğe delalet eder diye düşünüyorum. Bu yüzden iyiliğin ve maneviyatın tanımını dünyevîleştirmeden önce dünyayı evimiz olmaktan çıkardığımızda hangi iyiliklerin bizimle kalacağını hesaba katmamız gerekiyor.
“İzah edemediğinizi inkar etmek gibi kolay zannettiğiniz bir basitliğe artık düşmeyeceksiniz sanırım.”
Necip Fazıl’ın dediği gibi, “Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan âcizken, gözüyle görmediği için Allah'ı inkâr eden maddeciden iğreniyorum!” Aslında inkarın imandan çok daha zor olduğuna inanıyorum, çünkü iman etmek yaşamayı daha katlanılabilir ve anlaşılabilir kılıyor. Sonsuz adaletine iman ettiğim bir Allah olmasaydı, bu dünyada insanların oluşturduğu sahte hukukla ve yargıyla asla tatmin olamazdım. Ahireti inkar etseydim, ölüp giden her zalimin yaptığı yanına kâr kalıyor diye yine bu dünyadan nefret ederdim. Bir kutsalım, kitabım olmasaydı, kimsesiz ve suçlu hissettiğim her anımda “Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.” ayetiyle mutmain olamazdım…
“Biz maddeyi insan, insanı da kendisini tanıması için yaratan Allah’a inanırız; biz insanoğlunun maddedeki mülkiyet hakkına sınır çizme salâhiyetinin yaratıcısının gayrısından olmadığını bildiren Allah Resullerini tasdik eden Müslümanlarız.”
Maddenin insan için yaratıldığını bilerek eşyada ölçüyle tasarruf etmek veya insanın madde için yaratıldığını düşünüp kendi varlığını israf etmek… Her iki senaryoyu yaşamak da bizlerin elindeyken mülkiyeti ilahlaştırıp şahsiyeti alçaltmak çok daha fazla rağbet görüyor. Halbuki İslam’ı hayatın bütün alanlarında otorite kabul etmek, Müslümanların haklarını, hürriyetlerini ideal ölçüde yaşamayı sağlar. Başıboşluğun derin tedirginliğinden kurtularak her daim seninle olduğunu bildiğin bir Rabbe ait olmanın güvencesini hissettirir.
“Duyguların emrine girmeyen akıl, aklın kontrolünden çıkmayan duygu kurtuluşa erebilir.’’
Mantıklı her şeyin sıkıcı bulunduğu ve “Ne hissediyorsan onu yaşa” telkinlerinin verildiği bu zamanda görüyoruz ki duygular makul çizgiden uzaklaştıkça tatmini mümkün olmayan bir evren oluşturuyor. Özellikle biz gençlerin en çok maruz kaldığı sözlerden biri olan “Yarın ölecekmiş gibi yaşa!” mottosu her iki anlamda da ele alınabilir. Ya duyguların otoritesinde yarınlar yokmuşçasına aklı mantığından mahrum bırakarak yaşarız ya da sonsuz bir cennet için aklın kontrolünde insan olmanın şerefli bilincine varırız.
“...tembellik, zevkperestlik, israf, zelil edilmedikçe; emek, çalışkanlık, gayret aziz görülmedikçe; sömürücülerin dışında, iktisatta refah düşünülemez.”
Ne yazık ki tembelliğin, israfın, kötülüğün övüldüğü, beğeni topladığı ve takip edildiği bir çağda yaşıyoruz. İnsanlar artık eksilerini artıya, yanlışlarını doğruya dönüştürmek için yeni yollar denemeye başladı. Özellikle sosyal medyada kötülüklerini ilan etmekten çekinmeyen, aksine bunu paylaşarak toplumda marjinal de olsa bir yer edinen kimlikler mevcut. Bu insanlar yalanlarıyla övünüyor, fitne çıkarmayı maharet sanıyor, ahlaksızlıkla mizah yapıyorlar. Bizse kendimizi tüm yanlışların normalleştiği, eleştiri kabul etmediği, sahte bir dünyada mücadele ederken buluyoruz. Mücadele Suresi 6. ayette Rabbimiz buyuruyor ki: “Onların hepsinin diriltileceği gün, Allah işledikleri amelleri birer birer ortaya koyarak onları hesaba çekecektir. Allah, onları bir bir saymış, defterlerine kaydetmiştir. Onlarsa unutmuşlardır. Allah açık-gizli her şeye şâhittir.”
Yalnız kendilerinin değil başka insanların dahi yaptıklarını unutmasına fırsat vermeden günahlarına herkesi şahit tutanlara karşı Rabbimiz bizlere katından bir rahmet göndersin, işlerimizden doğru olanı kolaylaştırsın, yanlış olanları uzaklaştırsın.
Amin…
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?