Elif Çelik tarafından

Değerlendiren: Elif Çelik (İbn Haldun Üniversitesi – Medya ve İletişim Bölümü)

Tarih: Ağustos – 2021

“Münevver Anlayışımız”… Ve Kadın Meselesi Üstüne

          Bu yazıda inceleyeceğimiz “Münevver Anlayışımız”, belki de Çekmegil’in en tartışmalı, en tepkiye açık kitaplarından birisi. Kitabın asıl amacı olan münevver kavramının incelenmesine dair yazılanlar takdire şayan iken, aynı başlık altında olduğu varsayılan farklı mevzulardaki yorumlar, özellikle günümüzde, pek de kabul edilecek cinsten değildir. Bunun yanısıra, yine kitabın ana hedeflerinden biri, İslam’a karşı yapılan yersiz suçlamaları, akıl yoluyla ve münevver bir tavırla eleştirmektir.

            Dört bölümden oluşan kitabın özünü, münevverlik konusu üzerine yoğunlaşan ilk iki bölüm oluşturur. Birinci bölüme, özellikle Türkiye’den yola çıkarak aydınların kendilerine yabancılaşması meselesiyle başlayan Çekmegil, bunun sebeplerini sunmuş, çözümlerini aramış. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada koskoca bir olgu olan Batılılaşma’nın başka sebeplerle de birleşmesiyle eğitimin bozulması ve halkın kendini tanımaması en büyük engeldir aydınlığın önündeki. Münevver olmanın ilk kuralı olarak bahsettiği “kendini bilme”, ta Yunus Emrelerden beri söylenegeldiği gibi, hakikaten de ilmin ilk kuralıdır. Fakat Çekmegil’de “kendini bilme” daha ziyade “üstün bir varlıktan geldiğini düşünme”[1] olarak tezahür eder. O yüzdendir ki, Çekmegil’e göre bu ilk kurala uymayan kişiler otomatikman münevverlikten menedilir. Bu ilk kuraldan sonra saydığı “vazife yüklenmek, bilgisinin sınırlarını bilmek, bilmediğini bilmek” şiarlarını da pek çok insan aydın olmanın şartları olarak kabul edecektir. Bu kuralları açıkladıktan sonra münevver olmayıp da münevver geçinenlerin İslam’a eleştirilerini sırasıya çürüterek devam eder kitaba. Burada uzunca bir müddet İslam’da kadın konusuna değinir, burayı daha sonra inceleyeceğiz. İkinci kısımda ise sahte münevverlerle gerçek münevverler arasında geçen temsilî diyaloglara yer verilmiş, bu diyaloglar da yine İslam’a yapılan temel eleştiriler üzerinden yürümüştür.

          Çekmegil’in üslubu sade, anlatımı açık ve net olduğu için kitabı bir çırpıda okuyup bitireceksiniz. Söylediklerini çoğu zaman örneklerle süsleyen yazar, anlaşılmadık bir nokta kalmamasına dikkat ediyor her zamanki gibi. Kendi açıklamalarının dışında soruya yer bırakmaz Çekmegil. Bu, bazen onun açıklamalarının eksiksizliğinden kaynaklanır, bazen de söylediklerinin tam zıddını düşüneceğiniz için soru sormanıza gerek kalmaz zaten…

            İlk bölümde münevverin kim olduğunu ve nasıl olması gerektiğini açıklayan Çekmegil, kendine aydın diyenlerin karanlığını göstermek isterken, yer yer konudan saptığı olmuştur. Bu kitabın başlığıyla da, içeriğiyle de pek bağlantısı bulunmayan İslam’da kadın konusu uzunca ele alınmış; ancak bölümün sonunda, “Bir aydın, bu hususları görmeden, göstermeden nasıl tenkit edebilir?” gibi hafif bir bağlantıyla konu kapatılmıştır. Çekmegil’in sık sık kullandığı küçümseyici üslubuna burada da başvurduğu bu kısımlar, özellikle kadın okurların canını sıkacak, kitabın ne kadar iyi ve haklı yanı varsa silip götürecektir. Batılı alimlerden yalnızca kendi fikrini destekleyen alıntıları kitabına alıp, “Bakın, beğendiğiniz Batılılar da böyle düşünüyor” diyerek ilginç bir retorik uygulamıştır gerçekten. Kadın Hakları Bildirgesi’nin ortaya çıkış sebebini ya anlayamamış ya görmezden gelmiş, “Kadınlar da insan olduğuna göre neden insan haklarından ayrı bir şeye gerek duyuluyor?” gibisinden, kadınların toplumda yaşadığı hiçbir sıkıntıya çare olmayacak eleştiriler sunmuştur. Kadınların insan olduğunu, kadın haklarını ilk kez yazan Olympe de Gouges herkesten iyi biliyordu. Bu yüzdendir ki, Fransız İhtilali’nin ardından yazılan İnsan Hakları Beyannamesi’nde “reşit” insanların sadece yetişkin erkekler sayılmasına bir tepki olarak o da “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi”ni yayınladı. Günümüzde İnsan Hakları Beyannamesi hukuken kadın/erkek herkese hitap etmesine rağmen, toplumun her katmanında kadın ve erkeğin eşitliği sağlanamadığı müddetçe ayriyeten Kadın Hakları adı altında bir düzenlemenin de şart olduğu barizdir. Bu sebepledir ki, dünyanın birçok ülkesinde ciddi oranlara sahip olan “cinsiyete dayalı ücret farkı”na;  kadınların iş hayatına atılımda erkeklere oranla çok daha fazla karşılaştığı engellere; Türkiye’de, ve neredeyse her yerde kadınların mütemadiyen taciz/tecavüz riskiyle ve korkusuyla yaşamasına; Fransa’da veya başka ülkelerde başörtülü kadınların ayrımcılığa maruz kalmasına; İran’da veya başka ülkelerde ise başörtüsüz kadınların ayrımcılığa uğramasına; ve bunun gibi daha birçok kadınları alçaltıcı uygulamaya çözümler sunabilmek için Kadın Hakları Bildirgesi’nin varlığı şarttır. Bunun aksini düşünen bir insan, ya bu sıkıntılara gözünü yumuyordur, yahut da Çekmegil gibi, bu sıkıntıların kaynağını her nasılsa kadınlarda buluyordur. Tacize uğrayan bir kadına kıyafeti yüzünden ceza verilmesi gerektiğini düşünüyorsa[2], çalışan kadınların maaşının adaletsiz olmasını da erkeklerle aynı ortamda çalışmalarına bir ceza olarak haklı görebilir pek tabii. Aynı mantıktan yola çıkarak, günümüzde sık sık haberlere konu olan kadın cinayetlerinde de kadınlarda suç bulur; hatta kadınları insan saydığı için kadın cinayetleri diye ayrıca bir kavram olmasını da eleştirebilir. Elbette bunlar birer varsayım, fakat Çekmegil’in kadınlar hakkında söylediklerinden yola çıkarak tahmin etmesi kolay varsayımlar…

            Çekmegil’in insanların açılıp saçılmasıyla, veyahut kadın-erkek eşitliğiyle ilgili yaptığı yorumlarda ciddi mantık hatası vardır. Kitabında sık sık kullandığı “safsata”ya kendisi düşmüştür bu konularda. Örneğin, insanların açılıp saçılmasını gericilik olarak göstermek için, bunu teknolojik ilerlemeleri yok sayıp geriye gitmekle bir tutmuştur.[3] Halbuki böyle bir şey nasıl olabilir? Matbaanın kullanıma girmesi, kılıç ve kalkanların ortadan kalkması, ulaşımdaki teknolojik gelişmeler gibi tüm topluma malolmuş ilerlemelerle; her dönemde ve her toplumda farklı olmuş olan, dönemden ve toplumdan da ziyade bireysel bir tercih olan kılık kıyafet tercihleri bir olabilir mi? Karşılaştırılan unsurların yapısal farklılıkları bu mantık yürütmeyi tamamen geçersiz kılar.

            Aynı şekilde, Türkiye’de sosyal hayatta kadınla erkek arasında fark olduğuna değinen hoca hanıma verdiği cevapta da tamamen alakasız unsurları karşılaştırır.[4] Kadın sosyal hayatta, iş alanında olması gereken eşitlikten bahsederken Çekmegil “bizde bıyık var, sizde yok” gibisinden absürt bir karşılaştırmayla bu hoca hanımın söylediğini çürüttüğünü sanar.

          Gelelim ikinci bölüme… Burada geçen diyaloglarda da mantık hatalarına rastlanmakla birlikte, tartışma üslubuna aykırılık da göze batar. Halbuki münevverin en iyi bilmesi gerekenlerden biri de bildiğini doğru bir şekilde ortaya koymaktır. Bize öğretilene göre üç çeşit tartışma vardır; münazara, cedel, mudârâ.[5] Münazara, gerçek bilginin arayışında yapılan en doğru tartışma şeklidir. Buna karşılık cedel, gerçeği aramaktan ziyade karşı taraftaki tartışmacıyı çökertmek üzerine kuruludur. Bu tartışma türünde konuşmacıların tek amacı birbirlerine olan üstünlüklerini kanıtlamaktır. Mudârâ ise, gerekli durumlarda susma hakkı olarak tanımlanabilir. Çekmegil’in diyaloglarında çoğu kez münazara ve cedel iç içedir. Sahiden münazara taktiğine dayanan diyalogları zaten ilk bakışta belli olacak, okuyucuyu da tatmin edecektir. Ancak cedel üslubuyla yapılan tartışmalarda, varılan sonuçtan ne okuyucu memnun kalır, ne de sözde tartışmacılar… Anlatmak istediği noktayı direkt açıklamak yerine uzatmak, karşısındakine “Böyle diyorsanız, Müslüman değilsiniz” gibisinden laflar etmek ancak ucuz bir tartışmanın göstergesidir.

             Sadede gelelim… Bahsettiğimiz bu sorunların dışında kalan kısımlarda Çekmegil ile ortak paydada buluşmak da pek mümkündür. Elbette yalnızca kendini tanıyan; savunduğunun da, saldırdığının da ne olduğunu bilen; bir vazifesi olduğuna inanan ve sınırlarını bilen insana aydın denir. Tüm bunları destekleyecek sözleri tarihteki birçok aydın kişi de söylemiştir zaten. Çekmegil’in kitabını özel kılan, Türkiye’nin çok sıkıntılı bir döneminde bu konuları “Türk aydınları” üzerinden eleştiri yaparak ele almasıdır. O daha çok o dönemdeki ve o toplumdaki aydın anlayışının yanlışlığına bir çözüm getirmek istemektedir. Günümüzde hala kendisini kendisine yabancılaştıran bir eğitim sistemi üzerine kurulu olan ülkemizde Çekmegil’in söyledikleri geçerliliğini kaybetmedi; aksine, Batılılaşma’nın güçlenen etkisiyle belki de daha çok üzerinde durulmalı bu konunun. Türk aydını önce kendi kültürünü, toplumunu, tarihini tanımalı ki bunun üzerine daha ileri düşünceler inşa edebilsin. Bu hatırlatmayı yapması, bu kitabın en büyük faydasıdır bence.

[1] Sf. 33

[2] Sf. 132

[3] sf. 69

[4] sf. 60, 61

[5] Şentürk, R, et.al. Complementary Theories and Methods, Chapter 4.

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz