Kadir Yılmaz tarafından

Değerlendiren: Kadir Yılmaz

Tarih: Ağustos – 2021

MÜNEVVER ANLAYIŞIMIZ

Münevver, yani intibaha gelmiş, nurlandırılmış veya günümüz ifadesiyle ışıklatılmış ve parlatılmış demektir. Üstad ilk olarak insanın arayıcılığın mutatlığından ve her insanın gerek problemleri gerekse halet-i ruhiyesi gereği fıtraten aramaya meyilli olduğundan bahsediyor. Fakat bu arayıcılığın farklı yollarla yapılacağını da ifade ediyor. Arama metodu üzerinden münevverlik analizi de ortaya koyuyor: “İnsan güneşli günlerde gözünü kapamışsa; uyumuyorsa tabiatıyla münevverdir…”. Fakat, ışığın olmadığı zamanda iş tersine dönüyor: “Gözü açık da olsa (…) doğruya isabet etmesi zorlaşacaktır”. Ve işte ikinci grup olan suni ışıklara dalanların hayatına bakın, hayatları bir çıkmazın içinde debelenmiş gidiyor. Çünkü adetullaha ters iş yapılıyor. Sabır merdivenleri atlanmaya çalışıyor. Ben buradan şunu anlıyorum, Rabbi Rahim bizlere hayatımızda olgunlaşmamız için bazı engeller ve aşamalar koymuş, örneğin, bir çocuk bir cerrah olmak istiyor ama bu sonuç için gerekli okulları okuması lazım, gerekli stajı alması lazım ve asistanlık yaparak kendini ilk olarak ispatlaması lazım. Yani hem teori hem de pratikte bazı aşamaları geçmesi lazım. Fakat o genç bu aşamaları saf dışı bırakırsa elbette sonuç hayati olacaktır. Üstad kitabın ilk bölümünde gecelerin gündüzleşmesi ile günah kapısı olmasından da bahsediyor. Ve bu güruhun zamanla günahlarına bir örtü yaptıkları geceyi, sadece gece halinden çıkarıp gündüzü de gece yapmalarında bahsediyor. Evet, geçmişte alenen böyle sefahat yoktu, günahlar gizli ve Rabbin örtü olarak yarattığı karanlıkta ferdi işleniyordu. Şimdi ise alenen, zahiri bir nitelik aldı. Tam aksine hayırlar gece işlenmeye başlandı, ibadet ayıplanmaya başladı zuhur aleminden çektirildi.

“Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme hali kılan, gündüz vaktini ise bir diriliş ortamı yapan O’dur.”

REALİTE

Üstad realist bir gözle bizden vatanımıza bakmamızı istiyor ve dünyayla kendimizi kıyasladığımızda bizler gayet zayıf ve geri kalmış bir ülke olarak aynı zamanda batının ahlaksızlığını da seve seve almış bir millet olduğumuzu görüyoruz. Fakat bizler tarihin en kavi İslam devleti olmamıza rağmen, niçin bu haldeyiz? “Toprağımız mı verimsiz? Gençlerimiz mi kabiliyetsiz? İhtiyarlarımız mı nasihatsiz?...” Elbette hayır. İklim olarak harika bir yerdeyiz. Hatta bir solcu Türkiye’yi anlatırken benim önüme vatansız biri olarak dünya haritasını koysanız herhâlde mantıken Türkiye’yi seçerdim. Bu kadar iklim koşulunu bir arada tutan toplayıcı münevver bir ülke başka nerede var? Gençlerimiz bugün Almanya’da, Amerika’da ve sair topraklarda o topraklar uğruna çalışıp oranın ülkelerini ayakta tutuyorsa, bizim gençlerde bir sıkıntı yoktu. Tarihimizde de bu topraklardan nasıl gençlerin çıktığına tarih kitapları şahittir. Bunun nedeni bizdeki güneşi, suni sanıp, batının suni ışığını güneş addetmemizdir. Batının tatmin edilemeyen beşeri arzularından ortaya çıkan fani fikir akımlarına özenmemiz, sanki 1400 yıl önce bu düşüncelerin hepsini mezara gömülmemiş gibi. Bu batıl fikir akımları arasında herhangi bir ayrım gözetmemize hacet yok, hepsi batıl ve küfür olduğu için tek bir ifadeyle tanımlayabiliriz. Batının devrimlerine de hep gıptayla bakarız, batıl bir din anlayışının ayaklar altında serilmesi bizim hoşumuza gider. Fakat batının hangi kurumu batılı yıkabilmiş de yerine hakkı inşa edebilmiştir? Çekmegil hoca bu soruyu bize sorar. Malumdur tahrip kolay, inşa zordur. “Suni çıralarla “aydınlanma” adı verilen” dönem gerçekten aydınlık mıdır?

Sebeplerin Tespiti

İlk olarak Said Halim Paşa’dan alıntıyla halk ile yöneten sınıf arasındaki uçurum, bu dejenerasyon ve yozlaşma için sebep gösterilmiş. Bense Said Halim Paşa’nın söylemine katılmakla beraber asıl sebebin bu olmadığını, bu durumun sadece sonuç olduğunu düşünüyorum.

İkinci olarak Mehmet Kaplan Hocadan alıntıyla aydın sınıfındaki milli ve dini temelli düşünce akışının bozulması öne çıkarılmış. Bu durum gerçekten önemli ama daha da gerisi var, neden bozulmuş? Daha önceden neden bozulmamıştı? Üstad’ın söylediği gibi Gençlerimiz mi kapasitesiz veya yetersiz? Yoksa başka bir neden mi var?

Osman Turan Hoca ve Vecihi Ünal’ın ve akabindeki alıntıların da ana noktaları yukarıdakilerle aynı yönde. Ve hepsi de çok değerli. Fakat aralarından Mümtaz Turhan ve İbrahim Öktem hocaların fikir birliği yaptığı şu nokta ise çok değerli: “Halk bizden daha değerli”. Muhteşem ve hakkaniyetli bir söylem, üstünlüğün ne ile olacağına olan bakış açısında yatıyor buradaki o derin mana. Ayrıca, bizdeki “aydın” kelimesi de çok hileli. Tahsil aydın olmak için yeterli midir? Ahlaksız bir tahsilli de aydın mıdır? Şeytan nice sahabeden daha ilimli ise (ya da bilim adamı da diyebiliriz), Şeytan mı üstündür, diğerleri mi? Elbette şeytan kötüdür, bu konuda da fikir birliği vardır.

Suç nerede? Bence suç münevver sınıfta, halk hep cahildir ve eğitilmeyi bekler. Kurbanlık koyun gibidir, ne denirse razı olur; ne birleşecek takati vardır ne de bunu düşünecek aklı. Hep bir münevvere ihtiyacı vardır, fakat vefakardır, ülkeyi ayakta tutarken elini taşın altına koymaktan sakınmaz.

Münevver kimdir?

Yani acziyetini bilen, bildiğini, hak bildiğini söylemekten de beri durmayandır. “Nehyi anil münker” düsturunu uygulayandır yani. Öyleyse bu özelliklere sahip olamayana münevver denemez. Bu bakımdan aydın olarak addedilenlerin kaçı aydın olarak kalır? Kaldı ki Peygamber efendimiz as. bile ölümüne kadar ilim tahsilini devam ettirirken kişinin her şeyi bildiğini zannederek burnu havada gezmesi ne derece aydınlığın göstergesidir ki? O kişi küçücük bir evde yokluk içinde yaşarken, münevverler (!) nasıl böylesine lüks hayata ait olduklarını düşünebiliyorlar? Üstad bu soruları sorarak okuyucuyu bir mütalaaya itiyor.

Ayrıca günümüzde imansız olup da İslami sıfatları üzerinde taşıyanlar da olabilir işte bunlar İslam’ın onlar üzerinde, belki de onların farkında olmadan batıya olan aksi ile vardır. Aynı zamanda Müslüman olup da günahlara boğulmuş ahlaksız da olabilir; onların bu özellikleri İslami değildir. Fakat bu İslam’ın suçu mudur, kişinin mi? Elbette kişinindir, insanın imanlı olabilmesi için inanması gerekir fakat İslamiyet’in dünyevi hayata getirdiği güzel sıfatlardan yararlanmak için imanlı olmak şartı yoktur. Abdestsiz birinin namaz kılması gibidir, namaz kılmak hoştur ama anahtarsız bir hiçtir.

Bu bakımdan gerçek münevverliğe götüren yolun iman ve İslam’ın bir mezci ile yani sünnet ile olacağını söylemek doğru olacaktır. Esasen elimizdeki hakikatlerden halen bihaberiz, bir formül arıyoruz, o formül 1400 yıldır gözümüzün önünde fakat kimse onu göremiyor. Dağlara taşlara tepelere bakıyorlar ama gözün önüne bakmaktan aciz kalıyorlar. İşte bizlerin böylesine güneşin içindeyken aydınlığı batıda aramamız aynı motivasyondan neşet etmiş durumunda.

Üstadın kitabın sonuna kadar üzerinde durduğu esas nokta budur. Hakikat nedir? Münevver nedir? Aydın kimdir? Nasıl çözeriz? Sünnet nedir? Sünnete olan sorulara cevaplar ve sünnetin diğer düşüncelerle ve aksiyonlarla olan mukayesesi.

Kitabın ahirinde ise bunlar kısa hikayeler üzerinden okuyucuya aksettirilmiştir, hikayeleri incelememizin dışında bırakıyoruz.

Fisebilillah.

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz