Begüm Kıtay tarafından

Tarih: Nisan 2021

 

MİLLİYET ANLAYIŞIMIZ

Kitaba Muhammed İkbal’in milliyet anlayışımızı kısaca özetleyen önemli bir alıntısıyla başlıyoruz:

“Senin milletin renk ve kan mefhumlarından çok yüksektir. Cihanda kavimlere adalet tevzi eden sensin. Bu şerefli millete kıyamete kadar devam va’dedilmiştir. İslam milleti Tevhid ve Peygamberlik üzerine kurulduğu için mekan bakımından ona son yoktur.”

Bu cümleler bizim bu yaşımıza kadar okullarda öğrendiğimiz millet, milliyet ve vatan kavramlarının çok ötesinde bir anlayış sunuyor bize. Millet kelimesinin renge, kana, tene indirgenemeyecek kadar kıymetli bir anlamı olduğunu ve hiçbir mekanla sınırlandırılamayacağı bilgisini idrak ediyoruz.

Böylece anlamış oluyoruz ki aslında kavramlara yüklediğimiz manalar bilinç dünyamızı inşa ediyor, kimliğimizi ve tartışmalarımızı şekillendiriyor. Öncelikli hatamız “bir milleti aynı ırktan” farz etmekle başlıyor. Oysa hangi insan tek bir milletten geldiğini, safkan bir ırka sahip olduğunu söyleyebilir ki? Amerikan milleti derken kaç farklı ırktan bahsedildiğini kim bilebilir ki?

Kavmiyetçiliğin, insanı İslam’dan yani Allah’tan uzaklaştırdığını söylemek zor değildir; çünkü bir insan nasıl göz rengine ya da saç şekline göre bu dünyadaki varlığını anlamlandıramıyorsa aynı şekilde yaratılırken seçim hakkı bulunmadığı ırkı söz konusu olduğunda da bunu kutsallaştıramaz. Fakat İslam milleti, iman etmiş herkesi hangi renkten ve hangi memleketten olursa olsun sinesinde barındırır. 

‘’Din, İslam isimli bir iman sarayıdır. Millet, o sarayın içinde oturanlardır. Şeriat ise o sarayın mimarisidir.’’ 

Millet kavramının dinden bağımsız olarak düşünülemeyeceğini bu sayede anlıyoruz. 

‘’Rüzgara, suya, çamura tapmak neden?’’

Ülkesinin ırmağının akışına, toprağının kokusuna bile ölebileceğini söyleyenler bu sözlerin ardındaki tehlikeli manayı anlamış değillerdir. Allah’ın rızasını kazanmaktan başka bir gayeyle canını feda etmek hiçbir Müslüman’a yakışmaz. Bu dünyanın faniliğine iman ederken fani bir dünya için Allah’ın hududunu hiçe sayarak can vermek neden kutsallaştırılır? Ailemiz, yakınlarımız, arkadaşlarımız, bedenimiz, tüm hayvanlar ve bitkiler hepsi bize emanettir, hepsinin üzerimizde hakkı vardır bunun bilincindeyiz, fakat hiçbiri Allah’ın bize bahşettiği canı, boş bir ideoloji uğruna feda etmeyi gerekli kılmaz. Demokrasi uğruna şehit olunmaz mesela. Şehit olmak ve ölü olmak arasında [fark] da yine Allah’ın rızası bulunur. Allah uğruna savaşmakla, dünya uğruna savaşmak arasında çok derin bir çizgi vardır. Kısaca Çekmegil hocamızın dediği gibi: 

“Müslüman, memleket mefhumuna sığmaz. Onun gönlünde Şam ve Rum manasız sözlerdir…” 

“Millet ancak fikirleri beraber olanların topluluğudur.”

Aynı fikri paylaşmak, aynı mücadeleyi vermek, aynı dertle dertlenmek ve aynı Allah’a inanmak işte bunlar millet olmaya yetiyordu. Aynı annenin rahmine düşmek, aynı coğrafyanın yağmurunda ıslanmak, aynı dilden şiirler okumak gerekmiyordu millet olmak için. Kabil ve Habil aynı milletten değildi. Ebu Leheb ve Hz. Hamza aynı milletten değildi. Ama her Müslüman mutlaka Hz. Bilal’in milletindendi, Hz. İbrahim’in, Hz. Ali’nin ve diğer tüm iman edenlerin…

‘’Hayata en üstün kıymet nazariyle bakan bir kimse, daimi bir ölüm korkusu içinde yaşar.’’

En üstün kıymet noktamızı, hayatla değil, hayatı yaratanla ve O’nun dini üzere biçimlendirirsek gerçekten kurtuluşa erenlerden oluruz inşallah.

Bu kitap sayesinde milliyet anlayışımıza İslami bir bakış açısı kazandırdığı için Allah, M. Said Çekmegil hocadan razı olsun ve öğrendiklerimizle amel etmeyi bizlere nasip etsin. Amin…

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz