Fatih Aydın tarafından

Tarih: Nisan 2021

 

MİLLİYET ANLAYIŞIMIZ

Günümüz dünyasının en önde gelen problemlerinden birisi de hiç şüphesiz milliyetçilik akımlarıdır. İnsanların çeşitli tanımlamalar üzerinden kendilerini bir topluluğa ait hissetmeleri ve bunu merkez edinerek fikirlerini hizaya çekmeleri milliyetçilik üzerine daha derin düşünmemizi gerektirmektedir. Dünya milliyetçi hareketlerin ırkçılığa evrildiğini birçok kez tecrübe etmiş ve bir fikrin doğrudan zararlı bir ideolojiye dönüştüğünü müşahede etmiştir. Daha yakın bir tarihte II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyasının devlet politikası haline gelen ‘âri ırk’ düşüncesi Alman ırkının yüceliğini esas alan ve evveli milliyetçilik olan bir ırkçılığın tezahürüdür. Benzer şekilde çok daha yakın bir tarihte Bosna’da yaşananlar ise Sırp çetelerinin ırkçı gayelerle Müslüman Bosna milletini soykırıma tabi tutmaları ile neticelenmiş ve Dünya bir kez daha aşırı milliyetçiliğin kaçınılmaz sonuçlarını görmüştür.

Öte yandan milliyetçilik mefhumu Müslüman toplumlara o kadar da yabancı değildir. Gerek Türkiye ve gerekse Arap memleketlerinde belirli tanımlar üzerine inşa edilen milliyetlerin dine öncelendiği ve esas kabul edildiği vakıadır. Nitekim Mısır’da Abdülnasır cuntası sonrası, Irak ve Suriye’de ise Baas devrimlerinden sonra sert şekilde kendini hissettiren de Arap ırkçılığıdır. Türkiye örneğinde ise milliyetçilik Ziya Gökalp başta olmak üzere belirli bazı isimler üzerinden temellendirilmiş ve modern bir ideoloji hüviyetine bürünmüştür. Halihazırda onlarca millet/milliyet tanımı yapılsa da bu tanımların her biri kendi içinde bazı çelişki ve sıkıntıları havidir. Ziya Gökalp özelinde de bu durum geçerli olmakla birlikte bunun en önemli sebebi millet kavramından maksudun Kuranî olan tanımdan uzaklaşmasıdır. 

Milliyet Anlayışımız adlı kitabında Said Abi (yine kitapta yer alan bir röportajda ifade ettiği için abi hitabını tercih ettim) bu yukarıdaki girizgahta özetlenmiş olan problemi geniş ölçekte ele almakta ve Millet kavramının mazbut bir tanımı yapılamadığı için bu kitabı yazmaya ihtiyaç duyduğunu belirmektedir. Kitabın giriş kısmında aktardığı bir anekdot ise problemin boyutunu gözler önüne sürmektedir. Malatya gerçekleştirilen bir Niyazi Mısri sempozyumunda konuşmacılardan birisinin Niyazi Mısri’yi yazmış olduğu Türkçe şiirlerden ötürü ısrarla Türk olarak tanıtması ve yazmış olduğu diğer Arapça şiirleri görmezden gelmesi milliyetçilik meselesinin kişilerin olayları değerlendirirken ne denli basit hatalara düştüğünü göstermesi bakımından hayli önemlidir. Halbuki Mısri’yi illaki Türk olarak görmek yahut etnik menşeini bu denli gündem etmek Garp’tan bize sinmiş ideolojilerin tesirinden başka bir şey değildir. Nihayetinde Müslüman olmaklığı ile Mısri İslam milletindendir ve şiirlerini Türkçe yazıyor diye illaki Türk olmak mecburiyetinde değildir.

Tam bu noktada ise milliyetten ne anlaşıldığı meselesi devreye girmektedir. Çeşitli şekillerde ele alınan millet mefhumunda ortak toplanma noktası: Din birliği, dil birliği ve ırk birliğidir. Fakat bu çözümleme çeşitli tenkitlere tabi tutulduğunda birçok çelişkiyi içinde barındırmaktadır. Öte yandan milliyetçilikten ne anlaşıldığı da yine anlaşılması güç ve farklı örneklerine şahit olduğumuz bir husustur. Örneğin Mehmet Akif’in “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal” derken kastettiği millet ile Tevfik Fikret’in “Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz” derken kastettikleri mana aynı mıdır? Benzer şekilde “Memleketimden İnsan Manzaraları” diye bir dolu memleket şiiri yazan Nazım Hikmet’in milliyet mefhumu ile Necip Fazıl’ın “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet” diye nitelediği millet aynı mıdır? İşte gerek millet kavramının çeşitli tanımlara sahip olması ve gerekse kullanan kişilerin inanç ve ideoloji hüviyetlerinin farklılığı, önce bu kavramların iyi anlaşılmasını zorunlu kılmaktadır. Zira Said Abi’nin Agah Sami’den alıntıladığı gibi “Hangi konuda olursa olsun, tartışmalarda anlaşmazlık kelimelere verdiğimiz anlam ayrılığından, tariflerde birleşememekten, daha kötüsü işin aslını öğrenme zahmetine katlanmadan, önceden varılmış hükümlere saplanıp kalmaktan ileri geliyor.”

Millet kavramına, klasik dünyamızın en önemli sözlüklerinden olan Okyanus “millet, din ve şeriata ıtlak olunur” ibaresi ile şeriat yahut din manasını verir. Yeni hazırlanmış bir diğer sözlükte de benzer şekilde milletten önce din-mezhep ve bunlara tabi olanlar ve ikinci olarak da ulus anlaşılmaktadır. Kuran-i Hakim’de ise millet kavramı çeşitli ayetlerde pek çok kez geçmektedir ve hemen hepsinde aynı dine inanmış insanlar topluluğu işaret edilmektedir. Örneğin Bakara Suresinin 120. ayetinde geçtiği üzere “Sen milletlerine tabi olmadıkça ne Yehud ne Nasara senden asla hoşnut olmazlar” ibaresinde millet kavramı Yahudiler ve Hristiyanların dini anlamında kullanılmaktadır. Yine benzer şekilde Al-i İmran Suresinin 95. ayetinde millet kavramı “De ki, sadakallah, o halde hakperest bir Hanif olarak İbrahim milletine tabi olun” şeklinde İbrahim (as)’in vazetmiş olduğu dine inanan Hanifleri nitelemektedir. Bu örnekler diğer ayetlerden getirilecek örneklerle çoğaltılabilecekse de genel maksudu anlamak adına bu iki ayet-i kerime yeterlidir. Kuran-ı Hakim ‘millet’ kavramını ‘aynı dine inanmış insanlar’ olarak zikretmektedir. Ayette Haniflerden bahsederken Arap Hanifler gibi belirli bir kavmi niteleyecek kayıt bulunmamakta, aksine İbrahim (as)’in öğretisine boyun eğmiş her bir muvahhid kastedilmektedir.  

Şehristani’nin şerhi ise kitabi millet kavramını daha anlaşılır kılar. Ona göre “din, şeriat, millet, denilen şeyler vakide ve haddizatında ayni şeylerdir fakat her biri bir haysiyetiyle tefrik olunur: İtikat haysiyetiyle din, amel haysiyetiyle şeriat, içtima haysiyetiyle millet denir”. Milliyet Anlayışımız’da yer alan bu kullanım örnekleri ve bahsi geçen diğer tanımlardan sonra Çekmegil Abi, millet mefhumunun “sosyal bir topluluğun etrafında birleştiği ve üzerinde yürüdüğü her şeyden üstün bir başlangıç ve ideal edinilmiş bir yoldur” şeklinde derli toplu bir tanımlamasını yapar.

İşbu tanımlamaları verip tahlillerini yaptıktan sonra modern literatürde hayli yaygınlık kazanmış ve hatta Müslümanlar ve Türkler arasında da revaç bulan milliyet açıklamalarını tahlile girişir. Örneğin millet ayrımını salt ırk kaynaklı fizyolojik farklılıklara ayırmak kabil değildir; zira insanoğlu evlenmeler ve farklı kavimlerle birleşmeler neticesinde durmadan bir değişiklik[1]  gösterir ve öz bir ırktan bahsetmek imkansızlaşır. Benzer şekilde milletlerin ayrım noktasını dil olarak belirlemek de bizi hataya düşürecektir; zira ulusuna ait olmayan dili konuşan pek çok memleket vardır. Örneğin Almanca-Fransızca dillerini kullanan İsviçreliler halen dahi İsviçrelidir ve konuştukların dilin sahibi olan milletlere nispet edilmezler. Lübnan örneği de burada hayli manidardır. Aynı dile sahip olan Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında süregelen hakimiyet mücadelesi bir türlü sona ermemektedir. 

Akabinde Said Abi Müslümanlar ve bilhassa Türkiye coğrafyasında bu milliyet algısının nasıl değiştiği sorusunu Osmanlı’nın ilk dönemlerini hızlıca ele alarak değerlendirmeye başlar. Esas olarak ise kırılma noktası Tanzimat evresidir. Tanzimat ile başlayan modernleşme hareketleri bizim milliyet anlayışımızda da onulmaz yaralara yol açmış ve İslam Milletini kavmiyetçilik yoluna itmiş ve nice milletlere ayırmıştır. Akif’in de dediği gibi Tanzimat sonrası evrede ortaya çıkan ve revaç bulan milliyetçilik hareketleri Osmanlı’nın parçalanmasında ve İslam dünyasının bugünkü hale gelmesinde ana müsebbiptir.

Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,

Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,

Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?

Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?

Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,

Aynı milliyetin altında tutan islam'ı,

Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.

Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir...

Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..

Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!

Tüm bu tahlillerden sonra ortaya çıkan ise özetle şudur: Milletten kasıt Türk, Arap, yahut Hint olmamalıdır. Allah Teala bizi tek ve yekpare bir İslam Milleti olarak yaratmış ve bu dine inanan herkese aynı ortak gayeleri hedef kılmıştır. İslam Milletine tabi olan Müslümanlar evet farklı kavimlere mensup olabilirler, fakat bu onların ancak ikincil kimlikleri olmak durumundadır. Yine Mehmet Akif hayli veciz şekilde bu durumu şöyle özetlemektedir.

Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyet-i telin ediyor Peygamber.

Öte yandan konu özelinde son olarak kavmini sevmek hususunda ayrı bir başlık açan Çekmegil Abi kişinin kavmini meşru maksatlarla sevmesinde bir beis olmadığı ve bunun hayli tabîî bir hal olduğunu belirtir. Nihayetinde herkes kendi ismini taşıdığı gibi, ait olduğu kavmin de ismini, kimliğini üzerinde taşır. Ve bilhassa kavminin İslam’a olan katkısı ile gururlanması ve bu alanda mücadele etmesi, İslam’ın belirlemiş olduğu hadlere tabi olarak caiz ve değerlidir. 

tesekkür ederiz, katılımınız ile onurlandırdınız.

Tebrik ediyoruz sahsi birikiminizin yansımaların dan ayrıca istifade ettik. değerlendirmeniz kitabı ve daha fazlasını komplike bir uslup ile ifade etmiş, küçük bir ayrıntıyı ilave edecek  olursak yazarın ifadeleri ile degerlendirenin ifadelerinin daha bariz olması tercih edilir, kolay gelsin iyi çalışmalar.


Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz