Elif Çelik tarafından

Tarih: Nisan 2021        

 

Çekmegil’in Milliyet Anlayışının Tutarlılığı

Milliyet Anlayışımız’ın, herhangi bir İslam ülkesinde kendine milliyetçi diyen her insan tarafından okunması gerektiğini düşünüyorum ve bu yazımda bunun sebeplerini açıklamaya çalışacağım. Milliyet kavramı üzerine hem bir başvuru kitabı, hem de daha kapsamlı kaynaklara yönlendiren bir giriş olarak görebiliriz bu kitabı. 

Çekmegil’in bu eseri, sağlam bir fikir üzerine kurulup; aynı fikir birçok farklı açıdan ele alınmış ve birtakım eksik veya hatalı fikirlere karşı savunulmuş. Kitabın seyrinde, yazar tarafından böyle ayrılmamış olsa da, dört ana bölüm düşünülebilir: İslam’ın milliyet anlayışının açıklaması; bu anlayışın tahrif edilmiş versiyonlarının verilmesi; bu versiyonları oluşturan ortamın ve kişilerin incelenmesi; milliyet kavramının başka bazı kavramlarla karşılaştırılması veya ilişkilendirilmesi; ve son olarak da, akıllarda soru bırakmamak üzere, tüm söylenenlerin özeti ve sonucu niyetinde Ne Yapmalı bölümü. En sona ek olarak koyulan röportaj da yine bir tekrar ve açıklayıcı görevi görüyor. Tüm bu başlıkların aynı fikrin etrafında tutarlı bir şekilde ele alınması, açıklanmayan bir nokta bırakılmaması, kitabın hayranlık uyandırıcı özellikleri. Fakat zannediyorum ki Milliyet Anlayışımız’ın en dikkat çekici, en takdir edilesi vasfı, her zaman kaynağına bağlı kalmasıdır. En başta verildiği üzere kaynak Kur’an’dır ve bu kitapta “milliyet”in ne olduğuna dair tanım da ondan gelir. Tabii bu demek değil ki Çekmegil başka kaynaklara yer vermemiş. Aksine, kendisiyle aynı kaynağa bağlı olan ikincil kaynaklar da, çürüteceği fikirlerin kaynakları da bolca yer kaplıyor eserde. Çekmegil’in fikrini baştan aşağı desteklemesi ve güçlendirmesi bakımından kitabın bu özelliğini çok sevdim. Arada birkaç şiire de rastlamak, nesrin yoruculuğuna ara vermek açısından çok güzel oldu.

            Kimileri bu kitapta Osmanlı’nın son dönem tarihine ve Ziya Gökalp’ı eleştirmeye verilen yerin fazlalık olduğunu düşünebilir. Fakat bu başlıkların her ikisi de, yukarıda da söylediğimiz gibi, Çekmegil’in savını güçlendirmeye yarayan unsurlardır. Ziya Gökalp’ın temsil ettiği fikir “layık olduğu mevkie indirilmedikçe her yerde, her gerçek izahın karşısında perde olarak”[1] çekileceği için, önce onun ekseriyet tarafından kabul edilen otoritesinin sorgulanması doğaldır. Üstelik, Osmanlı’nın ilme yaklaşımı Batı’nınkiyle aynı olmadığından ve olamayacağından, Batı sosyolojisi ile elde edilen bir anlayışın kabul edilmesi de tuhaftır. Bu kaynaklarla elde edilen gerek kavmiyetçilik, gerekse beynelmilelcilik gibi ideolojiler İslam toplumunda yer bulamaz. Yazarla bu açıdan aynı fikirde olmamıza, ve günümüzde sorgulanması çok zor olan Batı’ya ait “bilimsel metod”un sorgulanmasını okuduğuma çok sevindim. Bunun yanı sıra, günümüzde halen fazlasıyla etkili olan kavmiyetçilik ve beynelmilelcilik ideolojilerinin haklı eleştirisinin akla uygun delillerle sunulması oldukça tatmin ediciydi. Hele söz konusu kafatası milliyetçiliği ve benzeri ideolojiler olduğunda, açıkça söylemeliyim ki, Çekmegil’in bu ideolojileri nasıl aciz bıraktığını keyif alarak okudum.

            Plan açısından kitabın oldukça tutarlı ve düzenli olduğunu belirttik. Üslup açısından da çoğunlukla öyle seyrediyor. Mevzulara genel yaklaşım şu şekilde; Çekmegil önce Kur’an’dan faydalanarak “doğru” tanımları veriyor, sonrasında diğer tanımları veya görüşleri sunuyor. Daha sonrasında ise gerek akla, gerek vahye dayalı bir “tez çürütme” söz konusu… Ve bu aşamada, daha önce belirttiğimiz gibi, Çekmegil’in kapsamlı araştırması ve akıl yürütmesi sayesinde sunduğu deliller ve karşıt-görüşler gayet tatmin edici. Elbette tavırda bir miktar sertlik olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Aslında, İman Anlayışımız ile kıyaslandığında bu kitabın üslubunun çok daha makul ve okunabilir olduğu görülüyor. Yine de daha başlar başlamaz şöyle bir paragrafa denk geldim ki, zihnimi Çekmegil’in üslubuyla ilgili epey meşgul etti:

“Dünyanın başına İblis dessaslığı işe hainane gaileler açan Yahudi oğlu ateist Karl Marx’ın ahmak kurbanlarından olan, tarihi düşmanımız Moskofluk hesabına, bu şehitlerle dolu vatanın aleyhine çalışarak ‘vatan haini’ olduğu milletimize apaçık yazılıp durulan Nazım Hikmet gibiler bile millet, memleket, kelimelerini kullanmaktan hiç de çekinmez.”[2]

Burada dikkati çeken şey şu; Ziya Gökalp, Osman Yüksel Serdengeçti, Nihal Atsız, Necip Fazıl gibilerin fikirlerine doğrusuyla-yanlışıyla yaklaşılıyor; eleştirilecekse etraflıca sebepleri veriliyor. Fakat her nasılsa söz konusu Karl Marx veya Nazım Hikmet olduğunda, ideolojilerini ele almak bir yana, sadece düşmanlık belirtilip geçiliyor. Bunu, Çekmegil’in bazı ideolojilere karşı karşıt-tez oluşturmaya gerek bile duymadığı şeklinde youmlayabiliriz. Metoda verdiği önemi göz önünde bulundurursak böyle bir yaklaşımın kabul edilemez olduğunu düşünüyorum. Yine dikkat çekici bir unsur da, “Yahudi oğlu” lafının bir nevi hasımlık gösterircesine kullanılması. Halbuki, eğer Yahudileri bir kavim olarak ele alacaksak -ki Çekmegil’in bu tabirine bakarsak, babadan oğula geçmesinden öyle olduğunu anlayabiliriz-, kitapta kavmiyetçiliğin yersizliğini göstermek adına bulunulan girişimlerle çeliştiğini görürüz. 

            Milliyet anlayışına dönelim… Çekmegil, öncülü olan ilim adamlarından da faydalanarak, milleti “sosyal bir topluluğun etrafında birleştiği ve üzerinde yürüdüğü her şeyden üstün bir başlangıç ve ideal edinilmiş bir yol” olarak tanımlıyor. Çok net ve zihin açıcı bir tanım… Bunun üstüne ırkın, dinin, kavmiyetin, şeriatin de tanımları veriliyor; bunların birbirlerinden farkları veyahut birbirleriyle tamamlayıcılıkları açıklanıyor. Meseleye böyle bir yaklaşım olmasını çok değerli buluyorum, çünkü yazarın kavramlarından emin olmadıkça ne dediğini anlamak mümkün olmaz. Bu yüzden Çekmegil bize kullanageleceği kavramları teker teker açıklıyor ve bağlamı içerisinde veriyor. Kavmiyetçiliği açıklarken tarihsel gelişimininden bahsetmesi, milliyetçiliği açıklarken Kur’an’dan örnekler vermesi gibi… Bu sayede fikrinin başka yönlere çekilmesini ve yanlış anlaşılmasını büyük ölçüde engellemiş diye düşünüyorum. 

            Ana mesaj çok kısaca şöyle özetlenebilir: Milletin esası fikir ve gaye birliğidir; Müslüman’ın milliyeti İslam milliyetidir; Müslüman’ın milli görevi İslam’a uymak ve İslam’ı korumaktır. Bu millet anlayışı ne zamanla, ne mekanla, ne de kavim farklılıklarıyla kısıtlanabilir. İslam’da bu böyle anlaşılır, ve bir İslam devleti olagelen Osmanlı’nın bundan başka milliyet anlayışını kabul etmesi doğru değildir. Bu ana fikir o dönemde popülerleşen özellikle kavmiyetçilik akımına harika bir cevaptır. Hele de kavmiyetçiliklerini, beynelmilelciliklerini veya başka ideolojilerini İslam ile bağdaştırmaya çalışan ilim adamlarına ders niteliğindedir. 

            Hâlihazırda gayet öz bir dille yazılmış olanı daha fazla özetlemek doğru olmaz, kitap okunmalı. Çekmegil’in kitabını bitirirken yaptığı gibi biz de “Ne Yapmalı” diye sorarak bitirelim. Çekmegil’in bu eseri, milliyet anlayışımızı kavramak için çok iyi bir giriş… fakat bununla yetinmemeli. Çekmegil’in bu bilgiye ve kavrayışa ciddi araştırmaların sonucu olarak ulaştığı belli, ve bu araştırmaları sentezleyip önümüze sunuş şekli de bazı açılardan güzel. Ancak onun kitabı bizi birçok başka kitaba yönlendiren bir kaynak da aslında. Yapmamız gereken hazıra konmacılık etmeyip, bu kaynaklara ulaşıp kendi milliyet anlayışımızı teyit etmektir. Çekmegil’in sunduğu, İslam perspektifinden milliyet anlayışıdır ki bu elbette herkese hitap etmez. Eser boyunca Çekmegil’in metodolojisinden anladığım da bu; kaynağımız ne ise onun üstüne kavramlarımızı ve fikir sistemlerimizi inşa etmeyi bilmeliyiz vesselam.


[1] s. 32

[2] sf. 20

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz