Ahsen Sosan tarafından

Tarih: Temmuz - 2021                                                 

İYİ NİYET ANLAYIŞIMIZ

Attığımız veya atacağımız her adıma bir niyet hakimdir. Niyetimiz neyse elimize geçecek olan da odur derler. İyi niyetle hareket etmek, bencilleşmemek ve merhamette bulunmak insan olma vasfını kazanmışlara özgüdür. Niyeti gerçekten iyi olan bir insan hem bu dünyada hem de öte dünyada kazanır. Bana kalırsa niyetin iyiliği iki taraflı olmalıdır. Bir fiili gerçekleştirdiğimizde “niyetim iyiydi” şeklinde cümleler söyleriz. Evet, belki de o iş yapılırken niyet iyidir ama kime göre ve neye göre? O iş karşılığında zarar gören olmuşsa yahut yapılacak güzel bir fiilden mahrum kalanlar olmuşsa, işte o zaman “niyetim iyiydi” cümlesi neyi değiştirebilir? Bu sebeple diyorum ki niyetin iyiliği tarafların her birinin hayrına olmalıdır. Yazarımız bu konuyla ilgili belki de en güzel örnek olabilecek “Şuursuz Mahlukun Dostluğu” yazısına yer veriyor sayfalarında. 

Bizler amellerin niyetlere göre değerlendirileceğini Peygamber’imizin “Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti/yönelişi Allah’a ve Rasûl’üne ise, onun hicreti/yönelişi Allah ve Rasûl’ünedir. Kimin hicreti/yönelişi de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti/yönelişi de o hicret ettiği/yöneldiği şeyedir.” hadisinden biliyoruz. Ve esas değerlendirmenin ancak yaratıcı tarafından yapılabileceğini, ecrini verecek olanın da yalnızca Allah olduğunu biliyoruz.  Lakin dünyalık olarak bu işe bakacak olursak yapılan fiilde gerçek niyetin ne olduğunu -kesinlik olacak şekilde- anlayabilecek bir kabiliyetimizin olmadığını biliyoruz. Ama o işte niyetin iyi olmadığı aşikar ise elbette buna göre hareket edilir. Niyetin ne olduğu belli değilse de hüsnü zan ile yaklaşılmalıdır. Ve esas karşılık için yaratıcıya havale edilmelidir.

Yazarımız kitabın ilk sayfalarına şöyle bir cümle koymuştur: “İslam davasının takdimini sünnet-i seniyyenin esasını bilmeden arz etmeye kalkmak nasıl olur?” Bilmeliyiz ki dini konularda bilmeden konuşmanın vebali çok büyüktür. Hadis- i şerifte buyuruluyor ki: “Fetva vermeye en cüretli olanınız, ateşe girmeye en cüretli olanınızdır.” Ama sessiz kalmayı pek sevmeyen insanoğlunun neredeyse her konuda bir fikri vardır. Bilmediğini de biliyor gibi yapar ya da uydurur. Kitabın devamında “Günah İşlerken Övünenler” başlığı yer alıyor. Birkaç cümle ile açıklayacak olursak: Her dinin öğretilerinin, en saf ve en doğal olduğu dönem ortaya çıktığı ilk dönemdir diyebiliriz. Bu saflık zamanın ilerlemesiyle yavaş yavaş kendini kaybeder. Çünkü insanlar her ne kadar farklı yollara sapmış olsalar da hala ilk kurucunun izinden gittiklerini ispat etmek adına uğraşırlar. Ve eğer aradıklarını bulamazlarsa farklı yollara başvururlar. İslam’da da böyle bir durum vardır.  Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden şahıslar ve-veya mezhepler, Kur’an-ı Kerim’de umduklarını bulamayınca hadislere yönelmişlerdir. Kimileri çıkarları doğrultusunda kimileri ise İslam’a rağbet olması için hadisleri değiştirmiş ya da uydurma hadisler çıkarmışlardır. Ve yaptıkları işle övünüp, bunları iyi niyetle yapmakla gerekçelemişlerdir. Dinimizdeki bid’at ve hurafelerin büyük bir kısmını oluşturan bu kişiler, hadis uyduranların da en tehlikeli olanlarıdır. Çünkü insanlar onların uydurdukları yalanları doğru zannetmişlerdir. Bu kişiler hadis uydurmaları konusunda o kadar emindirler ki bu iş için Allah’tan ecir beklemektedirler. Bunlar günah işlerken övünenlerdir.

“Müslüman, bir hadiseyi değerlendirirken; ona iyi veya kötü, doğru veya yanlış derken kriteri, mi’yarı Vahy olandır” diyor yazarımız. Devamını şöyle getirmek istiyorum: Hangi yüzyılda yaşarsak yaşayalım İslam evrensel olduğu için her çağa hitap etmektedir. Bunu göz önüne alarak hayatın her alanında ölçümüz İslam hukuku olmalıdır. Kendi yaşantımızda da insanlar hakkında değerlendirme yaparken de bu kriterlere göre yapmalıyız. Ama günler geçtikçe yaşam şartlarının zorlaştığı, sağlıklı ruhların bile bencilleştiği koca dünyada, İslamî hiçbir esasa uymadan topluma fayda veren birçok kişi veya kuruluş vardır ki İslam’ın bütün esaslarını çiğnemekteyken birçok Müslüman tarafından “iyi insan, hayırsever insan” şeklinde addedilmektedir. Toplumdaki yanlış kanılar ve bakış açılarından dolayı birçok İslam düşmanı yapmış olduğu üç beş faydalı iş ile örnek insan ilan edilmiştir. Bunun yanında, toplumda muttaki olarak yaşayan, İslamî hiçbir esastan ödün vermeyen birçok şahıs, biz Müslümanlarca acımasızca eleştirilmekte, aşırıya kaçtıkları ve bu sebeple ayrımcılık yaptıkları söylenmektedir. Hatta bu sebeple, haksız yere birçok yaptırıma da maruz kalmışlardır. Örneğin İmam Ebu Hanife Hazretleri, Abbasi Sultanı Cafer Mansur tarafından işkence edilerek şehit edilmiştir. Tek sebebi ise İslam’dan ödün vermemesi olmuştur. 

“Cemadatta, nebatatta, hayvanatta dahi bir dayanıklılık meydana getiren birlik, insanda elbette ki daha başka bir haysiyet kazanır” diyor Çekmegil. Ve devam ediyor: “Ademoğlunun dışında kalan yaratılmışlarda bu gücün tabiiliği tamamen külli iradeyle tezahür ederken, yine bu külli iradenin dilemesiyle, insanlardaki bir topluluğun şahsiyet kazanması, cüz’i iradeye bağlanmıştır. İnsanoğlu nasıl ki gayelerinin varlığıyla kişiliğe ererse, cemiyetler de ancak gayelerin kollektifleştirilmeleriyle teşekkül eder” şeklinde birlik konusunu açıklıyor.

İlerleyen sayfalarda takvaya da değinen yazarımız ele aldığı konuların hepsini titizlikle incelemiş, kafamızda oluşabilecek soru işaretlerini önceden bilirmişçesine hepsine bir sonraki satır veya sayfalarda cevaplar vermiştir. Yerinde ve muhteşem tespitlerle konunun zihnimizde yer edinmesine yardımcı olmuştur. Yaşantımızda devamlı karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz bazı söylemlerin kullanımının doğru olmadığını ve olması gerekenin ne olduğunu açık ifadelerle belirtmiştir. Allah razı olsun. 

Sağlıkla ve esenlikle kalın. 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz