Mihman Nuran tarafından

Tarih: Temmuz - 2021

İYİ NİYET ANLAYIŞIMIZ

M. Said Çekmegil bu eserine batıl ve materyalist mantalitenin dört bir yandan kuşattığı zihinlere İslam’ı nasıl anlatmak gerektiğini okuyucuya sorarak başlıyor. Dahası, bu mühim iş için hazırlık yapmadan harekete geçersek bilgisizliğimizi iyi niyet maskesiyle gizlemeye çalışmamızın da ne vahim bir şey olacağını, Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ali ve Ebu Hanife döneminden örneklerle ve Hz. Mevlana’nın hikayeleriyle ayrı ayrı açıklıyor. Ardından bizzat şahit olduğu hayatın içinden bir örneği de dile getiren Çekmegil, bu bilgisizlik durumunun giderilmesinin tek yolunun ilim olduğunu ve baş ilmin ise bilmediğini bilmek olduğunu ifade ediyor. Öte yandan “Ameller niyetleri göredir” hadis-i şerifini de hatırlatıp “gerçek” iyi niyetin ne kadar belirleyici ve önemli olduğundan da bahsediyor. Buradaki mesele, kişinin iyiliğin ne olduğunu bilmese de bulmayı arzu etmesi ve aramasındadır. Sonrasında maddeler halinde misaller vererek, ilminden ve niyetinden şüphe etmediği halde, iyi niyetinin hoş olmayan neticelere mahal verebileceği kişi veya kişilerden bahsediyor. Örneğin; peygamberlerimizin İslam dışında hiçbir dinle ilişkilendirilemeyeceğini belirterek Yahudi bir vatandaşla arasında geçen bir konuşmada muhatabının Hz. Musa’yı kendi peygamberleri olarak benimsemesine karşı çıkmasını ve bu konuşmaya şahit olup şaşıran Müslüman tüccarları anlatır. Çünkü niyetleri kötü olmamasına rağmen bundan öncesinde “Hz. Musa sizin, Hz. Muhammed (s.a.v.) bizim peygamberimizdir” gibi hatalı bir düşünceye sahiplerdir. Çekmegil’in bu birkaç cümlelik diyalogdaki tavrı sayesinde bunun aslında ne kadar yanlış olduğunu kabullenmişlerdir. Bu durumu da gücümüz yettiği kadar hatasını gördüğümüz kardeşimizi düzeltmeye çalışmamız gerektiğini ifade ederek açıklar. Sonuç olarak insanoğlu eğer niyetinin iyiliğinden hayır bekliyorsa tutumlarını doğrunun ölçütleriyle kontrol etmelidir.   

Kitabın bir sonraki bölümünde Çekmegil’in, oldukça açıklayıcı bir şekilde ve tüm iddialarını dayanaklarıyla ortaya sererek sözüm ona kimi meallerin yanlışlığını ve noksanlığını ifade edişine şahit oluyoruz. Bu açıklamaların akabinde “…Bilmediğin bir şeyin ardından gitme…” mealini hatırlatıyor okuyucuya. Çünkü bilgisizlik söz konusu ise bir yaratılmışa teslim olmak yerine sabredilmeli ve gerçek bilgi aranmalı.

İlerleyen sayfalarda Çekmegil’in çeşitli gazete ve mecmualarda da yayınlanmış olan ve kitabın ‘’iyi niyet’’ olgusunu açıklama amacına hizmet eden çeşitli yazılarını görüyoruz. Örneğin bunlardan birinde, “Efkar-ı Umumiye” başlıklı olan, bir radyo spikerinin Hz Nuh (a.s.) ve gemisine ait haberlerin tümünü birden Müslüman dinleyicilerinin de olabileceğini hesaba katmadan “efsane” olarak adlandırma cehaleti gösterebilmiş olmasından bahsederken büyük resme dikkat çekiyor: İslam’a karşı olan malum zümrenin inancımıza iltifat etmeyeceği ve sürekli saldırmaya çalışacağı aşikarken, onların bu yolda kullandıkları vasıtaları hakkımızı aramak için biz de kullanabilmeliyiz.   Bir diğer yazısında Müslüman’ın kriterini açıklamaya çalışırken çeşitli çarpık ve nefse uydurulmuş niyetlerle vuku bulan olaylardan örnek veriyor ve Müslüman’ın değerlendirme yaparken ölçütünün Vahiy olması gerektiğini bir kez daha okuyucuya hatırlatıyor. “Müslüman ve Postulat” başlıklı yazısında ise gayrimüslimlerin materyalist zihin yapısı ve postulat edindiği değerler üzerinden, Müslüman’ın gaflete düşmeden ve mutlak gerçeklikten kopmadan fikrî aktivitede bulunması gerektiğini belirtiyor. Çünkü gerçek Müslüman’ın bu zorlama ve maddeci bakış açısını benimsemesine imkan yoktur. Bu yazıyı da “amacından sapmış iyi (!) niyet” hakkında bir eleştiri olarak yorumlayabiliriz. Bu paralelde gelişen ve oldukça önemli noktalara dikkat çeken birkaç yazısını daha okuyucuya aktardıktan sonra M. Said Çekmegil bir açıklama yapma gereği de duymuş; niyetlerinden şüpheye yer bulunmaksızın emin olduğu kardeşlerinin fark etmeden düştükleri hataları bu kitapta dillendirmesinin amacının sadece, bu meseleleri “İyi Niyet Anlayışımız” başlığı altında toparlayıp, söz konusu kişilere ikazda bulunmak olduğunu ifade etmiştir.

Bir sonraki kısımda Çekmegil, Hac ibadetini yerine getirirken bir başka hacıyı hurafe olarak adlandırılabilecek bir inanıştan döndürmeye çabalayışını anlatıyor. İpliğe düğüm atmak gibi ucu sihre varabilecek bir eyleme aslında ne kadar çok Müslüman’ın bilinçsizce iştirak ettiğini büyük bir can sıkıntısıyla gözlemleyen Çekmegil’in, burada da yolundan sapmış olan niyete karşı eleştirisini açıkça görebiliriz.

Çekmegil, eseri “Takvayı Anlatmıştık” isimli yazısıyla bitirirken Rabbimizin bilmeye sevk eden ayetlerini de dayanak göstererek Mümin için vazifenin bitmediğini, doğru ve gerçek ölçütleri ve kişileri dikkate alarak, öğrenmek ve ardından da öğrendiğini öğretmek olduğunu vurgular. Sonrasında ise bir hac arkadaşıyla arasında geçen diyaloğu aktarır ve asıl ‘sünnet-i seniyye’nin peygamberlerimizin tutum ve davranışlarından feyz alınarak yaşanabileceğini okuyucuya ifade eder. Bu, bir önceki açıklaması ve kitap boyunca ifade ettiklerinin sağlaması niyetinde bir beyandır:

Müslüman’ın niyeti ancak, doğru ve gerçek ölçütü bulup, Vahy’in yolundan uzaklaşmadan öğrenmekle ve sonrasında öğrendiğini uygulamakla sonuçlanırsa ‘iyi niyet’tir ve uygulanabilirdir. 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz