İyi Niyet Anlayışımız kitabından
Fatih Aydın tarafından
Tarih: Temmuz- 2021
İYİ NİYET ANLAYIŞIMIZ
Said Çekmegil’in İyi Niyet Anlayışımız adlı kitabı insanoğlunun eylemlerinin temelinde yatan kastın mahiyetini sorgulamak ve İslami bir mahiyetle ile kayıtlamak gayesini açıklamaktadır. Kitap esas olarak niyet kavramının açıklandığı bir bölüm, çeşitli Kuran meallerinde görülen tahrifler ve yanlışlara dair bir bölüm ve Makalelerimiz başlığını taşıyan ve çeşitli konuları ihtiva eden bir diğer bölüm olmak üzere üç ana kısma ayrılmaktadır.
Niyet insanın her eyleminin evvelinde bir fikir olarak beliren ve insanın o eylemi niçin yaptığı sorusuna cevap olan düşüncenin kendisidir. Fakat niyetin fail tarafından iyi addedilmesi ve failin niyetine samimi bir şekilde inanması, niyeti başlı başına temiz kılmaya yetmemektedir. İşte Said Abi’nin bir bölüm boyunca anlatmaya çalıştığı da bu özetin detaylı örneklerle geniş surette açıklanmasıdır. Niyetin ancak fiilin doğruluğu mesabesinde bir hikmeti olabileceği esas olmalıdır. Zira eğer niyet fiilden bağımsız olsaydı Haricilerin tüm samimiyetleriyle Allah rızası için işledikleri cinayetlerin niyetlerinden sebep bağışlanması gereken eylemler olması icap ederdi. Bir Haricinin Hz. Ali efendimiz için “vallahi ya Ali, seninle ancak Allah’ın emriyle savaşıyorum” raddesine gelmesi niyetinin halis olması ile açıklanacak bir durum değildir. Ve onun niyetinde olan saf inancının da fiilinin mahiyetini kurtarır bir tarafı yoktur.
Zira bu niyetin ölçütü en nihayetinde o niyeti kendi zihninde inşa eden kişinin kendisidir. Örneğin, bu sebepledir ki Efendimiz döneminde gizlide gizliye hazırlanılan Mekke’ye yönelik seferin haberini sırf aile ve efradını güvende tutmak maksadıyla Mekke’deki yakınlarına haber etmek isteyen kişinin eyleminin elle tutulur yanı olmasa da onun için gayet savunulası ve meşru bir fiildir. Said Abi’nin tam bu noktada belirttiği gibi “ölçüsüzlük, hissilik, düşünmeden ve aramadan hareket etmek kötü niyet olmasa da işte böyle esef verici bir haldir.” Dini kendi tekellerinde zannedip bu hakimiyeti korumak gayesiyle dört mezhebin imamlarının her birine çeşitli zulümleri reva görenler de bunu niyetlerinin temiz oluşu ile meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
İyi niyet ile insanın kendi fiillerini meşrulaştırmasının ucu bucağı olmayabilir. Kişi onlarca hadis uydurmasını “ne yapalım ki halk Kuran’a o kadar rağbet etmiyor” sözü ile açıklayabilmektedir. Bu sebeple “amellerin niyetlere göre” olduğunu belirten hadis-i şerifin doğru ve sağlıklı şekilde anlaşılması konumuz adına hayati derecede önemlidir. Bu hadis-i şerif Müslümanların Medine’ye hicretleri esnasında varit olmuştur. Yapılacak fiil meşru olduğu kadar elzemdir de. Müslümanlar baskı altında oldukları bir şehri terk edip İslam’ı özgürce yaşayacakları bir beldeye göç etme hazırlığındadırlar. İşte tam bu şeraitte Efendimiz amellerin niyete göre mükâfatlandırılacağını söyler. Kişi eğer yeni Müslüman yurdu olan Medine’ye Allah’ın rızasını kazanmak, Peygamber (sav) ile birlikte yaşamak ve inancını açıktan ve özgürce sürdürebilmek için gidiyorsa yapacağı bu hicret Allah’a olacaktır. Yok eğer kişi bir fayda ve çıkar maksadı ile bu yolculuğa çıkıyorsa onun diğerleri gibi Allah katında bir ecir sahibi olması söz konusu değildir zira o umduğu çıkarına hicret etmektedir.
Bu anlatılanlar sebebiyledir ki “niyetim iyi demekle” haram helal kılınmaz. Şarap su niyetine içildiğinde helal olmaz. Niyetin doğruluk düzleminde işlevsel olması doğurduğu fiilin müspet ve helal oluşu ile doğru orantılıdır. Kişilerin niyetim iyi demekle yetinip fiilleri üzerine düşünmemeleri ise Rabbimizin en büyük ihsanlarından olan aklımızı kullanmayı reddetmemiz anlamına gelir. Kişi aklını her eyleminin tek hakem mercii olarak görmemeli fakat hareketlerinde dini ölçüleri ve helalliği haramlığı gözetip gözetmediğini aklıyla kontrol etmelidir. İşte niyetler tam da bu evreden sonra anlam kazanır. Dinin helal addettiği bir fiilde “ameller niyetlere göredir”. Haricen ise niyete olan samimiyet eylemi tek başına temizleyici olamaz.
Said Abi’nin üzerinde durduğu bir diğer bahis ise Kur’an-ı Kerim tercümelerinin bazılarında gördüğü, bazısı bilinçli bazısı yanlışlık eseri olan tahrif ve hatalara dair uyarıdır. Örneğin bir Kur’an mealinin bir Müslümanın temel akidelerinden birini düzenleyen Maide suresinin 44. ayetini bilinçli bir şekilde içermediği fark edilir. Bu durum benzeri birkaç diğer ayet için de geçerlidir. Bunun yanısıra bazı mealler ise bu alandaki yetkin olmamaktan kaynaklı bir şekilde bazı yanlış çevirileri içermektedir. Bunların önlenmesi Kitabımızın doğru anlaşılması kadar tahrifinin de engellenmesi için oldukça önem arz etmektedir. Said Abi de bu düşünce doğrultusunda dönemin sabık Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’ya yazdığı açık mektubunda bu hususu detaylı bir biçimde izah eder ve önlem alınması hususunda uyarılarda bulunur. Zira bu tür önlemler ve kontroller olmadığı takdirde rütbesi profesör olan fakat hikmeti kavrayamamış bazı kişiler Kitabımızın hükümlerini çöl kanunu olarak niteleme cesaretini kendinde görmekte ve bu kitabı bir beşer eseri olarak lanse etmektedir. Ve bu kişiler benzer hataları ısrarlı surette başka alanlarda da gerçekleştirmekte ve bu hatalarına referans olarak da Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’yı göstermektedirler. Bu sebeple Said Abi’nin Ömer Nasuhi Hoca’ya hitaben yazdığı açık mektubun oldukça kıymetli olduğu açıktır. Gerek Kur’an mealleri üzerindeki tahrifin önlenmesi ve gerekse İslam’ın ahkamı ile örtüşmeyen söylemlerin bir tefsir sahibi fakih bir hocaya isnat edilmemesi için bu uyarıların yapılması gereklidir.
Said Abi kitabın devam bölümlerinde muhtelif konuları çeşitli veçheleriyle birlikte ele almaktadır. Örneğin insanın kendine bir tabu yaratarak ona tapar hale gelmesi, ona bir kutsallık atfederek kendi hareketlerinin rehberi kılması ve onun (örneğin tabi olduğu kralının) asla yanılmaz olduğuna inanması gibi hususlar, bir Müslümanın şirke düşmemek adına en kaçınması gereken hususların başında gelir. Bununla birlikte Müslüman kişinin bir kriter sahibi olması ve iyiyi ve kötüyü ancak akidesi muvacehesince şekillendirmesi gerekir. Müslümanın Kriteri başlığında Said Abi bu noktaya detaylı bir şekilde değinmekte ve Müslümanın hayatının her safhasında iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı bu şekilde bir kriterden geçirmek suretiyle tespit etmesi gerektiğini öğütlemektedir. Onun cümleleri ile “Müslümanda kriter, vahyi temel üzerine kurulan fıkıh olduğuna göre, ona zıt düşen iş ve düşünceye iyi, ona uyan iş ve fikre de kötü demek mümin için mümkün” olmaz. Bireysel bazda bu böyle iken toplumsal olarak yani Efkar-ı Umumi nezdinde de ilmi düsturların benimsenmesi ve asgari itikat ölçüsünün takip edilmesi gereklidir. Türk entelijansiyasının dışarıdan bir gözle dahi tahlil edildiğinde ateist bir kimlik arz etmesi bu sebeple feci bir durumdur. “Efkar-ı Umumiyemizi ilmi olana yöneltmeden” toplumsal olarak doğru ve yanlışı tayin etme hususundaki problemlerimizden kurtulamayacağımız açıktır.
İşte bu son kısım Said Abi’nin bu ve benzeri konulardaki muhtelif değerlendirmelerini içermektedir. Kitap üç ana başlığı ile kendi içinde bir bütünlük arz etmiyor gibi dursa da esasında ele alınan konuların hemen tamamının niyetle ilişkilendirilmesi ve bu niyetin doğru eylemlerle irtibatına yönelik gerekliliğin vurgulanması göze çarpan bir husustur.
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?