İyi Niyet Anlayışımız kitabından
Fatmanur Aydın tarafından
Tarih: Temmuz - 2021
İYİ NİYET ANLAYIŞIMIZ
“Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin, bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana” diyor İsmet Özel “Münacaat” şiirinde. İnsanın insani yönünü vurguluyor. Zannımca kendi geçmiş dönemlerdeki komünist dönemlerine gönderme yapmış olmalı. Beşer şaşar elbette, bu yazıyı yazarken bile hatalarım muhakkak olacaktır. Cehaletimin ve körpeliğimin getirdiği bu hataların hoş bir dille ikaz edileceğinden şüphem yok. Benim de bu okumalar boyunca yaptığım naçizane eleştirilerin ve değerlendirmelerin iyi niyetle yapıldığını tekrar tekrar vurgulamak isterim. Tam da kitabın konusu olan “İyi Niyet Anlayışımız” tüm eserler arasında en çok kendime yakın hissettiğim eser oldu. Çevremde “iyi niyetli” çokça insan olduğu için her cümlesini okurken başımla onay verdim ve altını çizdim. İzahının bu kadar güçlü, ifadesinin bu kadar güzel olması sebebiyle, okuduklarım arasında en sevdiğim M. Said Çekmegil eseri oldu. İyi niyet anlayışımızın ne olduğu ve ne olmadığı hakkında bir iki kelam edelim.
Kitapta da geçen Montesqieu’nun dediği gibi “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarından döşenmiştir.” Yazarın da söylediği gibi abartılı bir ifade olsa da sarsıcı olduğu su götürmez bir gerçek. İyi niyetle çıkılan her yol her zaman iyi sonuç getirmez. Çoğu zaman cahil kişinin kötülüğe doğru uzanan köprüsüdür iyi niyet. Bunun temelinde bilinçsizlik yattığını söyleyebiliriz. Her ne kadar safi duygularla hareket edilse de bilinçsizce yapılan her türlü hareket kötü sonuçlara gebedir.
Peygamberimizin buyurduğu gibi müminin niyeti, zaman ve önem bakımından amelinden önce gelir. Ameller niyetlere göredir. Kitapta da bu başlık altında yazıya yer verilmiş. Yazar bu ifadeye koşulsuz katılsa da niyetin iyi olduğunu iddia edebilmek için iyice araştırılmasını ve akıl süzgecinden geçirilmesi gerektiğini vurgulamış. Devamında iyiliğin ne olduğunu bilmemekten bahsederek kısmen felsefi bir yaklaşımda bulunmuş. Konudan çok kopmak istemesem de daha iyi oturması açısından kendi hayatımdan tebessümle okuyacağınız bir şeyi paylaşmak isterim. Eskiden zayıfça bir çocukmuşum ve annem sanırım anneliğin de getirdiği şefkat ve merhametle bana her gün hamburger alırdı. Sırf kilo alayım, yaşıtlarım gibi topluca bir çocuk olayım isterdi. Annemin niyeti çok tatlı ve iyi de olsa tamamen bilinçsizce ve yanlıştı. Bunu daha sonraları kendisi de gördü. Fakat din öylesine hassas ve mühim bir mevzu ki yanlış beslenmeden çok daha ötede bir yerde. Ayrıca din bireysel değil, kolektiftir. Sadece beni ilgilendirir diye bir şeyin bizim dinimizde yeri yoktur. Bizler biliriz ki din kardeşlerimizin hatasını gördüğümüzde onu uyarmakla mükellefizdir. İslam’da bencillik yoktur, İslam bizcidir.
Tam da yukarı paragrafta bahsettiğim gibi din çok hassastır. İnsanları, toplumları etkiler ve yönlendirir. Kitapta da bahsi geçen yanlış ifadelerden ve yanlış Kur’an meallerinden bahsetmek istiyorum. Kitapta hatalı ifade olarak geçen “Hz. Musa Yahudilerin, Hz. İsa Hristiyanların, Hz. Muhammed de bizim peygamberimizdir” söylemine o kadar çok şahit oldum ki.. Garip olan bunu garipsemememdi. Şimdi ne kadar hatalı bir söylem olduğunu anlıyorum fakat birilerini böyle etkilemiş veya böyle hatalı şeyler söylemiş olmaktan korkuyorum. Korkmalıyım, korkmalıyız. Aynı şekilde yanlış Kur’an meallerinin ne kadar tehlikeli olduğunu ve mealin işin ehline bırakılması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü anlamamız ve anlamlandırmamız için yapılan bu iyi niyetli güzel iş, en ufak hatada tüm Müslüman alemini hatta tüm alemleri yanlışa sürükleyebilir. Arapçanın zor ve zengin bir dil olduğunu, Kur’an’ın kendine has ahenkli bir dili olduğunu ve de Kur’an’ın Allah’ın sözleri olduğunu unutmayarak, büyük bir özenle ve titizlikle çalışmalarımızı yürütmeliyiz. Kafamız karıştığında araştırmalı, sormalı, sorgulamalıyız. Aslında dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyoruz. Müslüman akıllı olmak zorunda, Müslüman uyanık olmak zorunda! Uyanıklık hemen olumsuzluk anlamı ifade etmesin. Uyku halinde yürüyen zombiler misali yaşamak ve de dini yaşayamamak, yaşanılan dini yanlış yaşamak! Günümüz Müslümanının en büyük sıkıntısı araştırmaması, sorgulamaması, korkunç bir rehavet içerisinde olmasıdır. Kaç Müslüman ki Kur’an’ı baştan sona okumuş olsun? Allah’ın indirdiği bu kutsal kitabı başımız sıkışınca, daralınca, anlamayınca, bazen de huzuru bulunca rehberi bilen kaç Müslüman var? Aslında okumalar boyu tıkanıp kaldığımız nokta burası ve nasıl aşabiliriz bunu bilemiyorum. Umutsuz konuşmalar bir Müslüman’a yakışmaz, her şeye gücü yeten Allah’tır. Mühim olan çabamızdan ve davamızdan vazgeçmememizdir. Gerisi Allah’a tevekküldür.
Yazarın kitapta beni memnun ettiği kısım ise sapkın Prof. Belgesay’ı isim vererek açıkça ifşa etmesi oldu. Bu gibi durumlarda isim vermekten kaçınanlar veya istemeyenlere sık rastladığımız için bu cesur hamlesinden dolayı kendisine hürmetlerimi sunarım. Sapkın dediğim çevirilerine beraber bakalım. “Kadınlardan biriyle faydalandığınız takdirde ücretlerini, kararlaştırıldığı veçhile verin. Miktarını tayin ettikten sonra gönül hoşnutluğuyla herhangi bir hususta uyuşursanız suç yok size.” Bu meal Nisa Suresi’nin 24. Ayeti için geçerliymiş. Elbette ki İslam’ın böyle ifadelere yer vermeyeceğini biliriz, aslı şöyledir: “O halde hangilerinden nikah ile müstefit olduğunuzsa mehirlerini kendilerine verin ki farzdır, o mehri kesiştikten sonra aranızda rızalaştığınızda da size bir günah yoktur.”
İyi niyetle yaklaştığımız her işin iyi şeyler doğurmasını temenni ediyor ve İsmet Özel’in dizeleriyle yazıma son vermek istiyorum:
“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?”
Selam ve dua ile.
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?