Begüm Kıtay tarafından

Tarih: Temmuz - 2021 

İYİ NİYET ANLAYIŞIMIZ

Niyetlerimizin kimliğimizi oluşturduğuna ve bu bağlamda bir fikri hassasiyet geliştirebileceğimize inandığım bu kıymetli kitapta altını çizdiğim kısımlar hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmaya çalışacağım inşallah.

“Eğer bir kimse iyiliğin ne olduğunu bilmiyorsa -ki bilmeyebilir-, iyiliğin ne olduğunu aramıyorsa -ki işte bu arayıcılık yoksa- niyetinin iyi olduğunu iddia etmesi şuursuzluğuna en büyük alamettir. İyiliğin ne olduğunu bilmek; iyiliğin ne olduğunu öğrenmek imkanı varken, onu aramayanın iyiyi arzu etmiş olması, ona sevap değil belki vebal getirir.”

İnandığımız her kavram için ne kadar “arayıcı” olduğumuzu düşünmek zorundayız. İyilik, kötülük, adalet, hürriyet, ahlak ya da kötü ahlak, bunlara yüklediğimiz anlamlar neticesinde bir varlık ortaya koyabiliriz. İyiliği salt dünyevi açıdan değerlendirirsek başkasına zararı olmayan, yardımsever, vefakar, cömert, dürüst her insanı cennetlik görürüz. Bir de yalnız dine has kılınan iyilikler vardır; zekat vermek, hacca gitmek, namaz kılmak vb. Bu ayrımı yaptıktan sonra iki taraf da gerçek iyiliğe ulaşmış olamaz. Çünkü Allah bizden bu iki cepheyi birleştirmemizi ister. Ne dini gerekliliklerden vazgeçmek ne de etik değerleri bir kenara atmak bizi kurtuluşa ulaştırmaz. Baştan bu ayrımı yaparak iyilik kavramının içini boşaltmış oluyoruz çünkü iyi olmak bu kavramların hepsini içinde barındırır. Namaz kılan biri yalan söyleyemez, dürüstlüğüne güvenen de namazından vazgeçemez. Bu noktada kavramları kendi doğrularımıza göre tanımlamaya çalışmak ve sahte ayrımlar yapmak gerçeği göz ardı etmemize neden olur. İyiliği aramak, tanımlamak ve yaşamak bizlerin sorumluluğundadır.

“Arap olmak ve Arapça bilmek, doğru düşünemeyenlere Allah katında bir değer kazandırmaz.”

Herhangi bir ırkın, coğrafyanın, dilin ya da dilsizliğin diğer insanlara karşı bir üstünlük belirtisi olması fikri muhakkak ki hiçbir doğru düşünen zihnin ürünü olamaz. Bugün kafatasçı zihinlerin hala yaşıyor olması ise maalesef yanlış düşünce fanatikleriyle ilişkilidir. İnsanları seçimleri yüzünden, geçmişleri ve gelecekleri yüzünden yargılayanlar, yeryüzünün tapusunu üstüne sananlar, kendilerine yetecek kadar merhamet taşıyanlar, İslam’ın getirdiği kardeşlik hukukunu anlayamazlar.

“Ne, aklı olduğundan fazla görerek putlaştıran materyalistler; ne de aklın, Allah’ın en büyük nimeti olduğundan gafil oldukları için, ancak nefislerine zulmederek ‘Nirvana’ya yükselebileceklerini sanan mistikler İslam’ı anlamış olamaz.”

Aklın kıymetini putlaştırmak, kendi aklına tapar hale gelmek kısaca kibir haline bürünmek materyalizmi anlamlandırmamızı sağlar. Fakat aklın bizler için çok büyük bir nimet olduğunu ve bir gün bu nimetten mahrum kalınabileceğini kavramak bu insanlara o kadar da yenilmez olmadıklarını hatırlatacaktır. Çünkü insan yaratıcısını kabul etmeyen bir akılla ancak arzularının esiri olur, kendine sınırlar belirlemek için yine kendi aklının sınırsız ‘özgürlük’ alanını kullanır. Rabbimizin dediği gibi: Hevâsını (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?” (Furkan Suresi/43)

“Övgüler ve yergilerimize dikkat edecek olursak hayretler içerisinde kalır; Allah’ın iyi dediğine kötü, kötü dediğine iyi diyebilen kalabalıkları dehşetle görürüz.”

Yine yanlış tanımlarla zihnimizi işgal eden doğru kavramlar yüzünden övgülerimiz ve yergilerimiz yer değiştirir hale geldi. Özellikle sosyal mecralardaki her hareketimizi sanki o profilin sahibi biz değilmişçesine kontrole tabi tutmadan sergilememek bu konudaki hassasiyetimizin başında gelmeli diye düşünüyorum. Takip ettiğimiz, abone olduğumuz, üyelik satın aldığımız, beğeni sayılarını arttırdıklarımız derken bu sanal hareketlerimizin rıza-i ilahiye uygunluğunu ne kadar mesele ediyoruz?

“…maddeyi izahlarının kaynağı, tek gerçek (postulat) olarak kabul ederler.”

Maddenin fani olduğunu bildikleri halde onu tek hakikat kaynağı olarak ilan edenlerin iddiaları da fanidir, sürekli değişir ve güvenilmezdir.

“…insan karanlık çağdan değil, aydınlık çağdan başlar; zira ilk insan aydın Âdem aleyhisselamdır. Orta Çağ sana göre geridir; senin geriliğindir. Fakat Müslümanın postulatına göre dünyanın gördüğü ve göreceği en ileri, örnek insanlar çağıdır.”

“İnsan yaratıldıkları halde hayvanî yaşantılara özenerek dünyayı ademoğluna zindan eden, yeni nesli her gün biraz daha sapıklığa, cinnete, cinayete, intihara, eroine ve esrarkeşliğe düşüren günün zalim hükmedicileri, aya değil güneşe çıksa ne olur ki?”

Bize okullarda öğretilenden çok farklı bir gerçeklikle tanıştık. Mağarada yaşayan, dil bilmeyen, hayvanlar gibi hayatta kalan, cahil ve yaban olarak tasvir edilen ilk insan örneklerinden, bütün isimleri bilen, ilim sahibi, bilgili bir Âdem aleyhisselam örnekliğine… Çağları, zamanı, geçmişi yeniden yazarken, kendilerini en ileri göstermek için insanı hayvandan da aşağı bir konuma düşürdüler. Fakat bizler yaratılmışların en şereflisi olma cihetinde mücadele etmeye devam edeceğiz inşallah…

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz