Elif Çelik tarafından

Tarih: Temmuz - 2021 

“İyi Niyet Anlayışımız” Üstüne

            Özellikle Türkiye gibi hurafelerin çok yaygın olduğu bir ülkede, zor konuları ele alan bir kitapla karşı karşıyayız bu değerlendirmemizde. Her eylemi mübah gösterebilmek için kullanılmaya başlanan “Ameller niyetlere göredir” hadisinin doğru yorumlamasından yola çıkmış yazar. Bu kitap iki farklı konuya odaklanıyor aslında; (1) “İslâm düşüncesini bulandıran beşeri arzu ve gayretlere, (2) iyi niyetin tezahürü olarak ortaya çıkan ucuz ve kolay takdimlere.”[1] İçerisindeki tüm makaleler bu iki konudan biri altında incelenebilir ki bütünlük daha kolay yakalanabilsin. Başlangıçta yazarın bu iki problem üzerinde çözümler getirmek amacıyla yola çıktığını anlamamak, kitabı bütünlükten uzak bir makale derlemesi olarak ele almaya sebep olabilir.

            Kitap birçok farklı başlıktan oluşmakla birlikte, ana konular yukarıda bahsettiğimiz gibidir. Önce yalnızca iyi niyetin ne gibi sonlara yönlendirebileceğini birçok farklı örnekle anlatan yazar, sonrasında sorunun kaynağına inmiş. İyi niyet ne gibi durumlarda zararlı olabilir? Cevabı belli; cehalet, iyi niyetle birleştiği zaman kötülükler doğurabilir. Cehalet ise, bilmediğini bilmemektir; yani iyi niyetin suistimal edilmesiyle ilgili sorun aslında burada çözülmüş olur. İyi niyetli kötü eylemlerden kaçınmanın yolu, bilmediğinin farkına varmak ve ilim aramaktır. Fakat elbette kitap burada bitmiyor; çünkü bilmediğini bilmeyen, bu açıklamadan da bir şey anlamayacaktır. İyi niyetin eylemde veya üslupta ne çeşit yanlış tezahürlerinin olduğunu tek tek örneklerle gösteriyor Çekmegil. Niyetin önemiyle birlikte, asıl aklın vazifesi öne çıkarılmış. Sonrasında ise alenen düşmanlık niyetiyle yapılan işlere örnekler var; yanlış Kur’an mealleri, hakaretler, vb. Özetle, mesajını ilk sayfalarda tam bir şekilde veren yazar, kitabın devamını misallerle ve misallerin yorumlamalarıyla güçlendirmiş.

            Her kitapta olduğu gibi bu kitapta da okuyucuya düşen vazifeler var. Başta elbette yazılanı anlamak esastır. Artı olarak yapmamız gereken, etrafımızdaki niyet kaynaklı yanlış anlamaları tespit etmeden önce kendi içimizdeki iyi niyet yalanlarını bulmak olmalıdır. Yazar okuyucuyu bu tuzağın içine düşmemesi için sürekli uyarır aslında o örneklerle. Bilmediğimizi fark etmeye, ve öğrenmeye davet ediliriz. Verilen misaller, yapılan açıklamalar okuyucuyu da bunların üstüne bir yenisini eklesin diye değil, kendi içine dönüp yanlışlarını fark etmesi içindir. Elbette bu da bir okuyucunun şahsi yorumudur sadece…

            Etrafımızdaki yanlışlar dedik… Bulunduğumuz ülkede hepimizin sık sık karşılaştığı bu yanlışlarla cesurca savaşından dolayı yazarı takdir ettim. Bireysel tecrübelerimizden, bilmediğini bilmeyen insanla tartışmanın çok zor olduğunu görmüşüzdür. Ve birçoğumuz da böylesi tartışmalara veya açıklamara girmenin faydasız olduğunu düşünerek onlardan el ayak çekmişizdir. Bu yüzden de kitabın sonuna eklenmiş “Mina Konuşması” beni oldukça etkiledi. Günümüzde de sıkça süregelen çaput bağlama, düğüm atma, sayı ile salavat toplama gibi garip adetler toplumun tabusu haline geldiğinden, Çekmegil’in de dediği gibi, onların dokunulmazlığına saldırmak zordur. Yalnızca “Mina Konuşması”nda değil, neredeyse her bölümde, yazarın, kemikleşmiş yanlışlara ışık tutması sebebiyle birçok düşman da edineceği açıktır. Böyle bir durumda bile erinmeden ayetlerle açıklama yaparak yanlışı düzelten Çekmegil’e hayran olunabilir. Zaten açıkladığı her meselede, kendi dilinden ziyade ayetlerin dilini kullanması, fikirlerini daha ikna edici ve güvenilir hale getirir.

            Bunun yanı sıra, dile getirilmesi sadece sosyal açıdan zor olan meselelere değil, siyasi açıdan da riskli mevzulara dalmıştır. Yani bu kitabı yayımlayarak o dönemde hem halkı hem de devleti karşısına alacak bir duruş sergilemiş. Özellikle de, bir devlet politikası olarak Batılılaşmanın desteklendiği bir ülkede takvim meselesine değinmesi bunun en güçlü örneklerinden biri. Takvimin bir milletin değerlerini simgelediğini söyler Çekmegil. Hıristiyan olmayan milletlerin Miladi takvim kullanmasının ne büyük bir kimlik sorunu olduğu, günümüzde nispeten daha rahatça yapılabilecek bir ikazsa da, o zamanlarda çok daha çetrefilli olsa gerek.

            Çekmegil her daim hatalarının ikaz edilmesini salık verdiğinden, onun Batılı-Doğulu kelimelerini kullanımını eleştirmek istiyorum. Kendisi İslami kaynaklardan yola çıkarak Müslüman ve Gayrimüslim dışında bir ayrım yapılmamasını benimsemişken, Batılı ve Doğulu ayrımını da sık sık araya koymakta. Batı ve Doğu’dan kastı yön bilgileriyse, coğrafyaya göre değişken olduğunu kabul etmelidir. Fakat Çekmegil’in bu kavramları daha çok ideolojik anlamlarıyla kullandığını görüyoruz, bu da onu eleştirdiği Türk-Avrupalı mukayesesi yapan öğretmene benzetiyor. Batılı diye eleştirirken Müslüman Batılı mı, materyalist Batılı mı diye sorduğu görülmüyor. Yalnızca burada değil, başka ayrımlarında da Çekmegil’in ikili zıtlıklar (dichotomy) üzerine kurulmuş bir düşünce sistemi olduğu bariz. Bu da beni değinmek istediğim şu konuya getiriyor; Müslüman olmayan bir insanın bu kitabı okumasına imkan yoktur. Müslümanın, tezinde noksanlık görmeyeceğini[2] söyleyen Çekmegil, birçok yerde yakalanabilecek üstten bakış açısıyla epeyce bir okuyucu kitlesi kaybedebilir.

            Buna ek olarak, “Sanat ve Yalan” bölümüne değinmek istiyorum. Bu kısım hem konudan biraz alakasız olup, hem de -bence- konuya yanlış bir bakış açısıyla yaklaşmakta. Burada söz konusu olan, iyi niyet kaynaklı bir yalan değil, sanatta neredeyse her zaman gerekli olan gerçekdışılıktır. Sanatın bu kadar önemli bir unsuru gözardı edilerek hiçbir sanatsal değer elde edilemez. Gerek şiirde, gerekse diğer sanat dallarında teşbihin, mübalağanın, gerçeküstücülüğün, imgenin yerini anlamak için usta şairlerimizin ve sanatçılarımızın fikirlerini okumak daha iyi olur. Çünkü Çekmegil’in bakış açısı sanatı ele alırken sanatı yok saymak gibidir. O gerek şiirlerinde, gerek kitaplarında sanatçı olmaktan ziyade fikir adamıdır; bu yüzden sanatla ilgili bu fikirlerinde eksik olduğunu düşünüyorum.

            Sadede gelelim… Çekmegil’e göre, iyi niyetin olabilmesi için önce iyiliğin ne olduğunun bilinmesi gerekir. Tabi ki burada onun bahsettiği, göreceli bir iyilik kavramından ziyade İslam’ın koyduğu kurallar silsilesidir. Bu yüzden iyilik kavramını açıklamaya gerek duymamış, ama neden bahsettiğini anlayabilirsiniz. En başta Çekmegil’in “iyilik” kavramında ortak bir paydada buluşulmadıkça kitabın geri kalanıyla hemfikir olunamaz. Fakat kavram üzerinde Çekmegil’le anlaşılsa da, bazı örneklerin seçilimi ve yorumlanması hakkında yine zıtlıklara düşülebilir. Mesela yazar uzun uzun Kur’an mealindeki bir eksiği eleştirirken, siz bunu sadece bir basım hatasına bağlayabilirsiniz. Ne de olsa böyle şeyler olur… “Anasının bacısının kılık kıyafetine karışan”[3] delikanlıyı Çekmegil’in düşündüğü kadar haklı görmeyebilirsiniz. Materyalistlerin -haklı olarak- ebedi dünya için bir çözüm sunmamasını boşluk olarak gören Çekmegil’le aynı düşüncede olmayabilirsiniz. Çünkü tek bir “iyilik” kaynağı olduğuna inansa da bu iyiliğin -yani vahyî kaynağın- de farklı yorumlamaları olacaktır, ve farklı yorumlamalar yanlış yorumlamalar değildir her zaman. Bu yüzden başta bahsettiğimiz iki ana başlık altında iyice dallanıp budaklanan meselelerin kimisinde yazara katılır, kimisinde katılmazsınız. Birçok okuyucunun bu okumada böyle bir serüvende olacağına inanıyorum. Niyet, hurafe, tabu, cehalet vb. konularda sahih kaynaklardan yola çıkarak İslami görüşler okumak isteyen herkesi bu kitabı okumaya davet ediyorum. 


[1] sf. 15

[2] sf. 30

[3] sf. 47

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz