Seher Çelik tarafından

Değerlendiren: Seher Çelik

Tarih: Mayıs – 2021

İSLAM’IN GERÇEĞİ

Kitabın Ana Fikri=)

Selam ve dua ile kitabın ana fikrini ele alırsak; büyük bir eksiklik ve noksanlık hissine kapıldığım bir aşikardır. Hocamızın kitaplarının öğreticiliği ve ele almış olduğu ince ve zarif bir şekilde laf kalabalığı olmadan aktarılan İslâm’ın ve İslâm’ı engellemeye çalışan eskiden beri süregelen zihin ve grupları olayı, örgüsü, örneklerine hayran kaldığımı belirtmek isterim.  İnsanlığın başlangıcından yani varoluşundan itibaren süregelen bir yer edinme savaşı olan dünya, çeşitli din, dil, ırk ve farklı kimlikler barındıran biz insanoğlunun bu savaşın aktif piyonlarıyız. Tıpkı bir satranç oyunu gibi gördüğüm bu savaşın ön kısımda savaşanların veya feda edilenlerin farklı kesimler olduğu ve kazanan veya bu kazancın refahını süren kesimlerin daima farklı kişiler olduğunu görmekteyiz. Hocamızın da dediği gibi habil ve kabil den süre gelen bu mazlum ve zalim iki kavramın sürekli şekil ve isim değiştirerek yüzyıllar boyu devam ettiğini ve devam edeceğini vurgulamıştır. Bu kısır döngünün içinde sürekli dinimize yapılan saldırı ve suçlamaların Allah’ın insanlara bahşettiği en güzel hediye olan akıl ile bunun farkındalığı görülebilir ve tabi ki yine aklımız ile beraber rehberimiz olan ve HZ. Muhammed’in izinden ve sahabelerinin izinden gitmek olduğunu vurgulamaktadır. Hataların insanlara mahsus olduğunu vurgularken bunları düzeltmeninde insanların elinde olduğunu belirtmektedir. Gaflet uygusu dediğimiz bu uykuya dalan biz insanların görmek istemediklerimizi daima yanlışladığımızı ve kendi işimize göre şekil vermeye çalıştığımız İslam’ı bürokratik güçlerin çıkarları uğruna kullandıklarını ve bundan nasıl zayi olduğumuzu ve kaybettiğimizi naif ve bilge cümleler ile aktarmıştır. Hocamız vurgu yaptığı bir diğer önemli nokta ise putlaştırdığımız fikir düşüncelerimizdir. Putların aslında zaman içinde yer ve şekil değiştirdiğini içimizde ve kafamızda yer edindiklerini vurgulamıştır. Yine dünyayı güzelleştirmek adına veya refah bir toplum sakin bir yaşam veya yaşanılabilir bir dünya, barışçıl bir ortam yaratmak adına geçmişten süregelen savaşın insanların yaşadığı çağa göre nasıl şekil aldığını en güzel ifadeler ile belirtmiş. Bunun yanı sıra “-izm” ler ile modern bir dünya ve aydın bir çağ vs. gibi kendilerinin kurmuş olduğu bu kavramların adaletsizlik, zulüm, ölüm, işkence, ırkçılık ve daha adını koyamadığım bir çok kavram ile dünyaya saldıkları huzursuzlukları ve dünyayı aksine güçlünün yaşayacağı bir haline getirdiklerini irdelemiştir. Bu döngü her ne kadar isim ve yer değiştirse de aslında yapılanlar hep aynı güçlü hale getirilen bir kesim güçsüz hale getiren kesime yalnızca zulüm etmektedir. İslâm’ın en güzel olan yanının yani adalet ve eşitlik kavramının atalarımızın döneminde nasıl tecelli ettiğini ve bu yolda olan kimselerin refahı, mutluluğu, insancıl bir yaşam sürdüğünü anlatmaktan ve günümde de bu yaşananların İslâm’ı arkamızda bırakmaya çalışmaktan veya gönüller ve kafalardan silmeye çalışmanın bir sonucu olduğunu en güzel ifadeler ile vurgulamış hocamız.

Kitaptan Alıntılar=)

Sayfa 10 üçüncü paragrafta: - aklı güzel çalıştırmayanların dünyada da çekilen cezalarını sembolize eden zihin kiri olan çeşitli putların devrilmesi, ancak ve ancak İslam’ın temel gerçeği olan tevhit hakikatini idrakle mümkün olur. Yoksa insanlık alemi, görülen görülmeyen, tapılan tapılmayan, çeşitli putlardan yakasını kurtaramaz. ( özünde o kadar çom şeyi barındıran bu cümle aslında kitabın ana fikri gibi durmuş.)  

Sayfa 11 dördüncü paragraf: zalimlerin karanlık çağ dediği, rahimlerin de model çağ olarak algıladığı ‘ asrı saadet’ aydınlık sistemi arayanların ideallerinin yegane örneğini veriyordu. Yani müminler dünyalarına asr-ı saadet penceresinden böyle bakarken, münkirler de ne yapacağını net bir sisteme oturtmadan dünyalarını, heva ve hevesleri arkasında koşa koşa hayatlarını rasyonalist sistemlerin tecrübe tahtası kılmaktan başka bir şeyle tüketemiyorlardı. ( Âşikar bir şekilde aklın önemini ve hayatını yön verdiğinin yanı sıra neye ilgi duyulursa onunla piştiğini ve hayatına asıl yön verenin seçimlerimiz ve tercihlerimiz olduğunu en güzel şekilde vurgulamış hocamız.)

Yine hocamız dine yönelen el ve dil dışında peygamber ve sünnetine aynı şekilde uzanan bu nahoş saldırılara verdiği cevapların ardından Ebu Zehra’nın şu cümlesi nokta mahiyetinde olmuştur: Değil sünnetle böyle oynamayı; onunla yani” sünnetle delil getirmeyi inkar eden kimsenin dahil Müslümanlığından şüphe edilir.

Sayfa 47 üçüncü paragraf: sözde aydın geçinenlerin bir kısmı da, İslam’ı alet etmek için, akıllarına geldikçe, dinci kesilirler, İslam’dan  laf etmeye başlarlar. Mesela, kurban derileri sekülerist çıkarcılara cazip mi gelir. Hemen bir iki hoca tedarik  edip fetva devşirirler,  mesela, çevre temizliği mi, tabiat koruyuculuğu mu söz konusudur; hemen İslam akıllarına gelir. “İslam’a göre doğayı bozmak en büyük günahlardan biri” gibi karşımıza entelektüel fetvalar çıkartırlar. (Gayet açık olan bu paragrafta da dediği gibi işimize gelindiği noktada İslam’ı kullanmaktan asla vazgeçmeyen zihniyetler hayatımızın her alanında bunu yapmaktan geri durmuyorlar. Ne yazık ki kirli düşüncelerimiz ile temiz kalan ahlak ve dünyamızı kirletmekten ödün vermeyen kesim en çokta dinimize zarar verdiği apaçık ortadır).

Hocamızın çok fazla beğendiğim soruları karşısında saatlerce düşündüğüm oldu. En güzel sorulardan biri ise sayfa 56 da: İnsan hakları Beyannamesi’nin kendi tabirleriyle, bilimsel olarak kritiği yapılmış mıdır?  Hangi insan hakları? (Gerçekten hangi insanları hakkı göz önünde bulundurularak bu beyanname yapılmıştı. Kime göre neye göre, kimin için, ne için, nasıl, neden vs. gibi birçok soruyu beraberinde doğuruyordu. Kendimize bu soruları sorarsak aslında neyin nereye nasıl gittiği hakkında elbette bir fikrimiz olurdu.)

Değerlendirme:

Bu kitapta da farkındalık yaratılan birçok konu hakkında aslında düşünme fırsatı dahi bulmadığımın farkına vardım. Yaşamak zorunda kaldığımız veya yaşadığımız bu hayatın aslında kimlerin eseri ve kimlerin bir planı ve projesi idi; biz kime göre, neye göre, hangi dine göre yaşıyorduk? Ne için vardık ve ne için çabalıyorduk? Ya da ne yapmak zorunda bırakılıyorduk? Birçok soruya cevap bulduğum bu kitap, aynı zamanda binlerce soru üretmişti. Tek bir cevap ise yine bütün bu sorulan soruları açıklıyordu; dinimize göre ve aklımızı peygamberimiz ve onun sünneti ve Kuran’a göre attığımız her adımda yaşananları anlamak mümkündü. Birilerinin hayali olan güç ve paranın yarattığı karmaşıklık içinde ne olduğumuzu ve amacımızı unutmakla birlikte kendi dinimizin olması gereken özüne zarar vermiştik.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz