İslam’ın Gerçeği, Yeni Dünya Düzeni kitabından
Büşra Karaca tarafından
Değerlendiren: Büşra Karaca
Tarih: Mayıs – 2021
İSLAM’IN GERÇEĞİ
İslam, vahiylerle insanları şemsiyesi altında toplayıp münkirlerin ya da Mehmet Said Çekmegil’in deyimiyle “pragmatik, mideci, materyalci ve de sözde hümanistlerin şer yağmurlarından koruyan bir kalkandır. Fakat bu kalkanı anlamak, ne olduğunu kavramak ve en önemlisi hayat felsefesi yapıp yaşamları şekillendirmek en önemli husustur. Zira yüce Kitap haram ve helalleri bildiren, farzları açıklayan, günahları ve cezaları belirten bu hususta hayatı şekillendirecek kanunları sunan koca bir “ANAYASADIR”.
İslam anayasası olan Kur’an-ı Kerim, yaratılanın bizatihi yaratıcısı tarafından oluşturulmuş kanunlar bütünüdür. Bu noktada Kur’an-ı Kerim’i ve de İslam’ı devlet yönetiminden ayırmak, siyaset ile alakasız göstermek hafif bir tabir ile ahmaklıktır. Türkiye’de özellikle son zamanlarda sürekli konuşulan ama bence boş konuşulan din ile devlet işlerinin ayrı tutulması tartışmaları son derece saçmadır. Hele ki dünya üzerinde batı yalakalarının ifade edip hep özendikleri Avrupa devletleri ya da Amerika dinsiz devletler değildir. Öyle ki devlet başkanlarının seçimden sonra mecliste ellerine İncil alarak yemin etmeleri bunun en bariz örneklerinden biridir. Fakat bizim ülkemizdeki sözde Müslümanlar (ki bence ve Mehmet Said Çekmegil’in de düşüncesi ile bu kişiler Müslüman değillerdir çünkü Kur’an-ı Kerim’de emredilen farzlar ve emirlerin yerine getirilmemesi Kur’an-ı Kerim’e bir başkaldırıdır. Bu hususta dil ile ifade edilse dahi takva ile yerine getirilmemiş noktalar varken ve başkaldırı mevzu bahis iken ortada bir Müslümanlığın olması şüphelidir. Allah bizi emirlerini yerine getirmemekten ve ayetlerine başkaldırmaktan men etmemekten, böylelikle de Müslümanlığımızdan şüphe duyulmasından korusun inşallah.
Avrupa ve Amerika’nın sözde herkese eşit davranma ve tüm dinlere hoşgörü anlayışları olduklarını savunup “Türkiye laik bir ülke olmasına rağmen din ve devlet işleri karıştırılıyor” demektedirler. Dünya üzerinde hiçbir millet dinsiz değildir. Devletler ise topluluklar tarafından devam ettirilen kurumlardır ve toplumlar içindeki kişiler ile yönetilen yapılardır. Bu hususta dinsiz devlet olamayacağı açıktır. Türkiye’de sözde laik devlet anlayışını savunanlar ve bunu uyguladıklarını iddia edenler Cumhuriyet kurulduktan bu yana İslamî her türlü gelenek ve uygulamayı kaldırarak yerine adeta Hristiyan uygulamalarını yerleştirmişlerdir. Seçimlerden sonra Kur’an-ı Kerim tilavetleri eşliğinde şükürler yerine, şaraplar eşliğinde kutlamalar yapılmış, nikahlar imam tarafından değil batılı Hristiyan din adamlarının söylemlerinin Türkçeye çevrilmiş hali ile kıyılmış, peygamber ve din ile ilgili her türlü kötü söylem ifade özgürlüğü olarak adlandırılmış; ne zaman ki kendi uygulamaları ve davranışları eleştirilmiş, o zaman yobaz, gerici ve yaşam hakkı ihlali olarak kabul edilmiştir. Bunun en bariz örneğine ve bu tarz insanların iki yüzlülüklerine okuduğum üniversitede çok yakın bir zamanda açık olarak şahit oldum. Resmedilen bir saçmalığı ilk önce sanat özgürlüğü olarak savunup, daha sonra kendileri gibi düşünmeyen insanları söylemlerinden ötürü fişlemiş sonra ise söylemlerin fobik olduğu savunusu yapılmıştır. Hani nerede ifade özgürlüğü? Bu kişilerce ifade özgürlüğüne onların ifade ettiklerini ifade ettiğin müddetçe sahip olabilirsin. Ancak bence en tehlikeli olanları, Müslüman görünümlü ama bence Müslüman olmayan/olamayanlardır. Zira lutilik Allah tarafından kesin olarak yasaklanmış ve en büyük haramlardan sayılmış iken kendine Müslüman diyen hiçbir birey “amalı” cümleler kurarak kendi aklınca bu sapkınlığı mazur gösterecek nedenler sunamaz. Kur’an-ı Kerim’de geçen her ayetin belirli indirilme nedenleri vardır ve ayetler cımbızlanarak önündeki arkasındaki ayetlere bakılmadan alınıp açıklanamaz ve kendi heveslerini yerine getirmek için kullanılamaz. Kendisini üniversitede okuyan bir müslüman topluluk olarak adlandırıp, daha sonra “renk” kelimesinin geçtiği bir ayeti alıp yapılan sapkınlığı sanki Allah kabul ediyormuş gibi lanse etmeye çalışmak imani açıdan çok sorunlu bir konudur. Yalakalık için ya da herhangi başka bir dünyalık menfaat uğruna yalan yanlış bir söylem yaratmak, cehenneme kendi rızası ile odun olmaktan başka bir şey değildir. Bu dünyalık pohpohlanmayı, öbür dünya saadetine tercih etmek enayilikten başka hiçbir şey değildir.
Birleşmiş Milletler…
Safların kandığı kurum…
Beş büyüklerin top koşturduğu…
Özentilerin dilinden düşürmediği kurum…
“İlletli Milletlerin” yüzsüz yüzsüz dünyayı enayi yerine koydukları kurum…
2. dünya savaşından sonra tekrar dünya böyle savaşlar yaşamasın diye kurulan kurum…
Biri de çıksın desin ki bu savaşlara SİZ SEBEP OLUYORSUNUZ!
NE YÜZLE ÇÖZÜMLER ÜRETECEK POZİSYONDA OLMAK!
ABD = Silah sanayisi ile ekonomisini ayakta tutan bu nedenle savaşlar çıkaran devlet. Kısacası dünyanın kanlı devleti.
ÇİN = Doğu Türkistan’daki Müslümanlara zulmederek insanları katleden kanlı devlet.
İngiltere = Dünyadaki insanı mazlum mekanı zengin alanları sömüren kan emici devlet.
Fransa = İngiltere’nin yandaşı, sömüren diğer bir kan emici devlet.
Rusya = Dinsiz – sosyalist devlet anlayışını savunan, Karl Marx’ın ideolojisini dinleştiren, birçok insanı katleden devlet.
Ve deniliyor ki bu eli kanlı devletler dünyadaki barış için öncü olacaklar…
Yeni Dünya Düzeni felsefesi baştan hatalı olmuş.
Yeni Dünya Düzeni 500’lü yıllarda Hz. Muhammed (a.s) tarafından tebliğ edilmiştir ve eğer kurtuluşa erişmek gibi bir istek gerçekten ortada var ise muhakkak Yüce peygamberin tebliğ ve sünnetlerine geri dönüş ile sağlanabilir.
İslam’ın Gerçeği kitabında aslında Mehmet Said Çekmegil ayetler ışığında Müslümanın nasıl olması gerektiği anlatmış ve gerçekleri Vahiyler ile kanıtlamıştır. Burada ki asıl mevzu ise direkt olarak tüm bu gerçeklere rağmen algılayamamış olan Müslümanların düştükleri gaflet- lerin ortaya serilmesi ve nasıl kavrayabilirler gibi sorular ile atıfta bulunulan bence sözde müslümanların tasvirleridir. Bu hususta okuyucuya kendini sorgulatan, “ben bu dünyadaki hangi iki milletin içindeyim”i sorgulatan bir kitaptır.
Son bir nokta olarak, Mehmet Said Çekmegil’in belirtmiş olduğu fakat benim hemfikir olmadığım bir husus bulunmaktadır. Mehmet Said Çekmegil “yüzyıllardır taklit hastalığı ile boğuşan İslam aleminin artık Vahy-i İlahi’yi anlamayı metot, Resulullah'ı Örnek bilen; dinini ilmi kaynaklardan araştırıp öğrenmeye çalışan bir nesil geliyor” diyor. Fakat ben Çekmegil kadar gelen yeni nesilden umutlu değilim. Bu kitap 2018 yılında basılmış fakat kaç yılında kaleme alınmış bir bilgi bulamadım. Bu noktada belki farklı nesilleri gözlemlemiş olabiliriz diye de düşünüyorum. Zira benim şu an görmüş olduğum nesil, geçmiş sıkıntıların aşılıp bolluk içinde büyümüş olan, bu nedenle de daha nankör olmuş ve rahatlık ile de daha çok uykuya dalan bir nesildir. Ben de bu neslin bir ferdiyim ne yazık ki.
Kitabın son bölümünde yazan Duaya amin diyerek,
SELAMUN ALEYKÜM...
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?