İslam’ın Gerçeği, Yeni Dünya Düzeni kitabından
Esra Yıldırım tarafından
Değerlendiren: Esra Yıldırım
Tarih: Mayıs – 2021
İSLAM’IN GERÇEĞİ
Dinler, geçmişten günümüze toplumları bir arada tutan düzeni koruyan, kaostan uzak tutmaya çalışan kurumlarken, İslam dini bir yandan bu dünya için en uygun en adil ve doğru yaşam biçimini temsil ederken bir yandan da bu dünyada bir yolcu, misafir olan insanı, asıl ait olduğu yere hazırlayan, bu noktada yol gösteren onu en güzel şekilde hazırlayan asıl ve yegâne dindir.
İslam gerçeği en güzel ve doğru şekliyle bizlere Peygamber efendimiz (s.a.v)’in örnek kişiliğiyle bizzat sözlerinin yer aldığı Hadis-i şerifler ve Allah’ın bizlere gönderdiği, ders ve öğütleriyle dolu sözlerinin yer aldığı Kuran-ı Kerim’de gösterilmiştir. Bu iki kaynakta fazlasıyla açıklayıcı bir şekilde anlatılmasına rağmen bizler İslam dinini yaşamaktan vazgeçmiş, bir nevi kendi oluşturduğumuz veya şekillendirdiğimiz bir din anlayışıyla yaşamımızı devam ettirmekteyiz. İslam’dan tümüyle kopuk Allah’ı ve ayetlerini inkâr etmiş müşriklerden böylesi bir şey beklemek çok da beklenmedik bir durum değil çünkü dine inanmayan bir insanın dini değiştirme gibi bir gayesi de olamaz. Asıl bahsetmek istediğim kesim Müslüman olduğunu iddia etmesine rağmen İslamiyet’in tüm gerçekliklerinden bihaber, kendi oluşturmuş olduğu doğrularla bir yaşam süren Müslüman alemidir.
Peygamber efendimiz yaşadığı süre zarfında insanları İslam dinine birden davet etmemiştir. Her şeyden önce güzel ahlakıyla, örnek kişiliğiyle ve aşılamaya çalıştığı sevgi ve merhamet duygusuyla aslında bu dünyada nasıl bir insan olmamız gerektiğini öğütlemiştir. Bu örnekliğiyle insanların güvenini kazandıktan sonra insanları İslamiyet’le tanıştırarak aslında tüm bu örnekliği yüce Rabbimizin bir emri olduğunu ve İslamiyet’le bunu insanlara bildirdiğini anlatmaya çalışmıştır. İnsanlar bu yönleriyle İslamiyet’i yaşamaya başlayınca beraberinde namaz, oruç, hac gibi ibadetler farz kılınmıştır. Buradan anlıyoruz ki İslam dini, ne diğer hak olmayan dinler gibi yalnızca toplumsal düzene hizmet eder ne de biz Müslümanların anladığı gibi ibadetlerden ibarettir.
İslam dini bir kul olarak Allah’a itaat, bir insan olarak anne babaya hayırlı bir evlat, hayırlı bir eş ve topluma karşı düzgün bir birey olmayı gerektirmektedir. İnsan hiçbir zaman Yüce Allah’tan başka hiç kimseye karşı itaat etme gibi bir sorumluluğu yoktur. Bu dünyada yapılan her hayır, her doğru davranış ve her ibadet, yalnızca Allah’a yapılmaktadır.
M. Said Çekmegil, “İslam’ın Gerçeği” adlı eserinde verdiği sayısızca örnekle hangi konularda İslam dinini yanlış anladığımıza, kimlerin hangi yollarla ve hangi konularda İslam gerçeğini saptırmaya çalıştığına ve kimlerin İslam’ın gerçeği anlayamadıklarına bizzat değinmiştir.
Kitap genel olarak iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm olan Yeni Dünya Düzeni adlı bölüm her ne kadar konudan bağımsız ve eser başlığından uzak olarak adlandırılmış olsa da aslında bizzat konuya dahildir. Zira İslam aleminin ve İslam dinini şu an içerisinde bulunduğu duruma gelmesinde etkisi olan asıl devrimlerden biri de Yeni Dünya Düzeni olarak umlar gerçekte insanların birçok konuda, alanda düzen adı altında girmiş oldukları bir bunalımı anlatmaktadır. Peki nedir bu bunalım? Zihinsel, ahlaki ve manevi boyutları da kapsayarak kendisi, sağlık, ekonomi, beslenme gibi alanlarda var olan bir nevi yozlaşmayı ve tükenmişliği temsil etmektedir. Kitapta geçen anekdot niteliğinde bir sözle durumu özetlemek mümkündür.
“Dünyamızı küçülten teknoloji şehirleri büyülterek yaşama problemlerini çoğaltmaktadır. Bu durumdan faydalanılarak Yeni Dünya Düzeni maskesiyle cihanı daha kolay sömürebilme çalışmaları çeşitli boyutlarıyla görülmeye başlanmıştır.”
Bu sözle de anlatılmak istenir ki bu yeni düzenle insanlar, toplumlar, devletler ve dünya geliştirilmesi iyileştirilmesi gibi şeyler amaçlanır gibi görülürken gerçekte iç yüzüne baktığımızda düzen, insanların sömürüldüğünü, bununla birlikte insan fıtratına has olan merhamet, vicdan, sevgi, gibi duyguların köreltildiği bunun yerine hırsın, kibrin ve duygusuzluğun getirildiğini görmekteyiz. Tüm bu kötü sonuçları doğuran asıl sebep yenileşme veya ilerlemeden ziyade bunların oluşumuna engel olarak görülen İslam dininin yok edilmeye çalışılması diyebiliriz. İnsanlara İslam’ın gelişmeye engel olduğu görüşü dayatılarak onları dinsiz, duygusuz adeta birer makine gibi yaşayan topluluklara çevirmektedir bu Yeni Dünya Düzeni.
Amacına ulaşmış olan seküler düzen, birçok insanın imamındaki zayıflığın bir göstergesi olan teknolojiye bağlılıkları ve zaaflarını kullanaraktan kendilerine her koşulda itaat etmelerini de sağlamışlardır. Mümin’in teknolojiye karşı hiçbir şekilde düşmanlığı olamaz, onun kölesi olmadığı ve onu putlaştırmadığı sürece.
Kısacası kitabın bu bölümünden de çıkarılabileceği gibi her türlü ilerleme, iyileştirme düzen, İslam eli altında yapılmadığı sürece Müslüman aleminin lehine bir durum söz konusu değildir. Zira Müslümana yakışandır her konuda ilerleme ve ileride olanı bir silah olarak örnek almak. Müslüman üretendir, üretileni yalnızca tüketen ve yerinde sayan değil!
Kitabın ikinci kısmı yani konuya asıl değinilen bölümde ise M. Said Çekmegil verdiği olumsuz örneklerle İslam’ın asıl gerçekliğine vurgu yapmayı amaç edinmiştir. İster Müslüman olsun ister müşrik birçok insanın isteyerek veya istemeyerek İslam gerçeğinden uzak bir yaşam sürdürmektedir. Kimi bu yaşam tarzını Müslüman sıfatıyla fakat Müslümanlık hakkındaki bilgisizliğiyle sürdürürken kimi ise gayrimüslim sıfatıyla İslam’ı kötülemek, insanları İslam’dan soğutmak amacıyla yapmaktadır.
Bizler için tehlikeli olan kesim, her ne kadar gayrimüslimlerin amaç ve hedefleri olsa da asıl bizi gaflete düşüren İslam dinine uzatılan dilden ziyade içimizde bulunan, bizden olan insanların, bizlerin İslam dininin gerçekliklerinden uzakta bir yaşam sürdürmemiz ve bunun sonucunda da İslam gerçekliğinden bihaber olmamızdır.
M. Said Çekmegil’e göre İslam, hareketlilikle tanımlanmıştır. Müslim ise bu hareketliliği gerçekleştirendir. Yani Müslüman olmak, Müslümanca bir yaşam sürdürmek daima yolda olmak, araştırmak öğrenmek ve her daim ilerlemeyi ifade etmektedir. Tüm bunları yaparak aslında İslam’ın, hak olana yalnızca tabii olmayı değil, aynı zamanda; hak olanı insanlara müjdelemeyi, bir davetçi gibi insanları doğru yola davet etmeyi ve her yönüyle örneklik teşkil etmeyi ifade eder. Bu gerçeklikten bihaber kimse İslam’ın da gerçeklilerini anlamakta zorluk çeker.
Müslüman şahsiyeti, bu dünyada geçirdiği her anını kendisine ve diğer Müslüman kardeşlerine faydası dokunacak işlerle geçirmelidir. Dünya heveslerine kapılarak aç, darda olan kardeşini ve ahiretini unutmasıdır onu gaflete sürükleyen. Böyle davranışlarda bulunduğunun farkında olup da tövbe etmeyen bir Müslüman İslam’ın Yüce Rabbimizin ne kadar bağışlayıcı olduğunu anlattığını anlamakta da zorluk çeker.
Bir Müslümanın en önemli görevlerinden biri de gördüğü bir yanlışı, adaletsizliği veya kanunsuzluğu olabildiğine düzeltmeye çalışmasıdır. Ebû Saîd (el-Hudrî) diyor ki, “Resûlullah"ı (sav) şöyle derken işittim: "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” Bu hadis-i şerifte de geçtiği üzere hangi yolla olursa olsun Müslümanın gücünün yettiği kadarıyla bir yanlışı, kötülüğü düzeltmek mümin üzerinde bir yükümlülüktür. Bunun bilincine varamamış bir kimse İslam’ın gerçekliklerinin de bilincine varmakta zorluk çeker.
İslam’ı bilmek tüm Müslümanlar üzerine farzdır. Fakat İslam dini üzerinde fetva vermek herkesin mesuliyeti ve yapabileceği bir şey değildir. Bunun farkında olmasına rağmen -her kim yaparsa yapsın- bilmediği halde “İslam budur!” şeklinde tanımlamalarda bulunarak hurafe ve bid’at içeren ithamlarda bulunmak pek de masumane niyetler içermemektedir. Bilmediği konuda susması gerektiğini bilmeyen bir Müslüman, İslam gerçeğini layığıyla anlamış sayılmaz.
M. Said Çekmegil eserinde İslam gerçeğinden bahsederken çoğu kez Gayrimüslimlerin İslam’ın gerçeğini anlamayışından bahsetmektedir. Aslında bu anlamayışın altında yatan sebep kabullenmeyişleridir. Oysaki yalnızca onlar değil aynı zamanda Müslüman olduğu halde bu gerçekliği anlamayan ve hu gerçeklikten uzak birçok Müslüman da vardır ne yazık ki. Aslında böyle bir konuda en çok üstünde durulması gereken kesin Gayrimüslimlerden ziyade Müslüman kesin olmalıdır. Zira örneklik teşkil etme söz konusu olduğunda olumlu da olumsuz da örnek olacak kesin Müslüman alemidir.
Bunun dışında esere bir bütün olarak bakıldığında anlaşılıyor ki tek tek insanlar üzerinde bu İslam Gerçeğinin anlatılması, anlaşılması ve tesir etmesi gibi eksikliklerin olduğu görülmektedir. M. Said Çekmegil verdiği sayısız örnekle bunu bizzat kanıtlamıştır. Fakat bu soruna getirilebilecek çözümler konusunda çok fazla açıklamada bulunmamıştır.
Bu kitabı okurken kendi kendime şu soruları sordum: Peki ya neden böyleyiz? Bu sorunlar ilk olarak nerede kendini gösterdi? Bizim bu konudaki eksikliklerimiz ortada, peki ya ihtiyacımız olan şey nedir ve bunu nereden karşılayacağız? Nereden başlayacağız anlamaya, iyileşmeye? Tüm bu sorular üzerine tefekkür ederden söyle bir kanıya vardım kendimce. Öncelikle bir binanın temeli sağlam değilse, bu bozuk temel üstüne bina inşa etmek pek de sağlıklı değildir. Bunun dışında her bulduğumuz malzemeyle de temel atılmaz. Son olarak temelini her ne kadar sağlam atmış olsak dahi yalnızca buna güvenerek bir ömür bakımsız bırakmak da doğru değildir. Yani demek istediğim İslam dini hakkında bir bilgimiz yoksa şayet öncelikle her şeyi temelden öğrenmeye başlamak gerek. Sahip olduğumuz yarım yamalak bilgiler üzerine eklememeliyiz hiçbir bilgiyi. Bunu yaparken bizlerin sahip olduğu asıl kaynaklar olan ayetler ve hadisler ışığında öğrenmeliyiz temel bilgileri. Bu kaynaklar dışında kullandığımız ek kaynak niteliğindeki eserleri okurken bir Müslümana yaraşacak şekilde Yüce Rabbimizin çoğu ayetlerinde buyurduğu gibi “akıl ederek” sorgulayarak bu bilgileri kabul etmeli veya etmemeliyiz. Son olarak unutmamamız gereken çok önemli başka bir şey var ki o da şeytanın her daim ayakta olduğudur. Bir yandan şeytanın diğer yandan da nefsimizin vesveselerine karşı her daim Allah’a sığınarak kendimizi korumalı, imanımızı canlı tutacak ibadetlerle ruhumuzu ve nefsimizi devamlı yıkamalıyız.
M. Said Çekmegil’in de eserini sonlandırdığı cümlelerinde değindiği gibi İslam’da akıl etmek, sorgulamak ve düşünmek aydınlığın temelidir. Biz insanların hatta Müslümanların çok karıştırdığı iki kavram vardır ki birinin haram olması sebebiyle diğerinden de geri dururuz: Sormak ve sorgulamak. Sorgulamak, şüphe duymaktan doğar. Bu da sonunda karşı gelmeye sürükler insanı; bu sebeple İslam’da sorgulamak bir dine yönelik bir nevi hakarettir. Biz insanlar çoğu zaman sormak ve sorgulamak kavramlarını bir gördüğümüzden, sorgulamaktan korktuğumuz kadar sormaktan da korkarız. Bunun sonucunda da araştırmaktan öğrenmekten çoğu zaman uzak dururuz. Oysaki İslam sormaya, araştırmaya veya öğrenmeye karşı değildir Aksine bunu yapmayanlara veya yaparken şeytanın vesveseleriyle gaflete düşercesine sormadığı halde taptığı hurafelerle insanları kışkırtarak İslam’ın aydınlık önünde bir engel olduğunu safsatasına inşaları inandırmaya kalkışanlara karşıdır.
Biz insanları diğer varlıklardan ayıran en büyük özellik, aklımız ermeye başladığı anda, anladığımız anda harekete geçmemizdir. Yaratılışımızda böyle bir özellik varken İslam dini sormaya, araştırmaya ve öğrenmeye neden karşı olsun ki? Bilmediği halde araştırmayan, ihtiyacı olduğu halde öğrenmeyen, vaktini ilim öğrenmek fayda sağlamak dışında her türlü beyhude işlerle geçiren biri İslam’ın gerçeğini anlayamaz, öğrenemez.
İslam’da düşünmek farzdır!
Vesselam…
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?