İslamı Yaşamak kitabından
Begüm Kıtay tarafından
Değerlendiren: Begüm Kıtay
Tarih: Ekim – 2021
İSLAM’I YAŞAMAK
“İslam’ı yaşamak; İslam pratiğinin kolaylığını öğrenmekle başlar.”
Bu kısa gözüken fakat manası insanın içine nüfuz eden cümleyle başlıyor kitap. İnsanı asıl yoran şeyin İslam’ı yaşamak değil, İslam’ı yaşayanları uzaktan seyretmek olduğu idrakine varıyorum bir kez daha.
“Aslında İslamiyet’in temel kitabı Kuran’ı Hakim’de bildiriyor ki; gönderilen Kitap ‘zahmet çekilsin’ diye değil, öğüt alınsın diye yollanmıştır.”
Çok kez duyduğumuz ‘’Benim nefsime ağır geliyor, yapamıyorum’’ mazeretlerine karşın “Allah yardım ediyor, kolaylığını veriyor” cevabı gerçekten Rabbimizin bir zorlukla beraber kolaylığını da vereceği müjdesini taşıyor. Dolayısıyla İslam’ı zora sokmadan kolaylaştırmak, inada bindirmeden sevdirmek mesuliyeti yükleniyor biz Müslümanlara.
“Sınırının nerede başlayıp nerede bittiği kestirilemeyen liberalist dünyanın kapitalist egoizmine mi özenilecek, yoksa insanın teşebbüs kabiliyetini yıpratan; hürriyetini cemiyet menfaati sloganlarıyla kısıtlayan çeşitli sosyalist doğmalarla senteze mi mecbur kalacak?”
Daha önceki değerlendirme yazılarında da bahsettiğim gibi İslam, bizi sınırsız bir bilinmezlik çukurundan çıkararak değişmez, ilahi bir gerçeklikle gönüllerimizi mutmain kılıyor. Dünya’da bir karşılık beklemeden iyi olanlar rasyonalistler tarafından hor görülürken, İslam sonsuz güzellikte bir ödül vadediyor.
“Sanki çalışmak, Allah için istirahat edip ve helal nimetlerden şükürlerle lezzetlenmek ibadet değilmiş gibi?”
“Müslüman daima üzülecek, dertlerle boğuşacak, elini eteğini dünyadan çekecek” algısı yüzünden nice insan en ufak mutluluğu, kutlamayı, eğlenceyi kendine haram kılıyor. Halbuki “…helalin kısıtlanması haramı teşvik etmek demektir.” İslam hayatın her anında, her duygusunda, her kıvrımında hareket halindedir. Müslümanca sevinmenin, Müslümanca eğlenmenin ve Müslümanca dünyadan nasiplenmenin de bir ibadet olduğu bilincini kavrayabilirsek bu dini yaşamanın izlemekten daha güzel olduğunu anlatabiliriz.
“Çünkü iman etmiş olanların baş vasfı ‘Allah ve Resulüne muhalefet eden’ kimselerle -bunlar isterse babaları, oğulları, kardeşleri, soydaşları olsun- ahbaplaşmamaktır.”
Bu noktada vasat çizgide olmak, aşırıya kaçmamak ve kibre kapılmamak gerektiğine inanıyorum. Allah’a muhalefet eden bir kimsenin sonradan ihlaslı bir Müslüman olup olmayacağını bilemeyiz. Allah’ı sevenlerin ve Allah’ın sevdiklerinin sevgisine ulaşmak en büyük duamızken Allah’a düşman olanların küfrünü artırmamak da yerine getirilmesi gereken bir sorumluluğumuz. Fakat kitapta vurgulanan kısım ayette bildirildiği gibi:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Maide Sûresi/54)
Rabbini sevenlere kardeş kadar yakın olmak, düşmanlık edenlereyse onurlu bir şekilde karşı koymaktır.
“…İslam her şeyden önce hareketle ilgilidir. Ve ‘müslim’ kelimesi sürekli bir davranış gösterir; Müslüman, atlayış cesaretini gösteren kimsedir.”
Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.” Eğer bizler inandığımız üzere yaşamazsak, yaşadığımız hayat inançlarımızdan sıyrılır; sığ ve tekil kalır. Gölgede kalmadan, gölge yapabilmek... Sustuklarını ve konuştuklarını sahiplenmek… Duruşu bile bir hareket manası taşıyan Müslümanlardan olabilmek duasıyla…
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?