Merve Kılıç tarafından

Değerlendiren: Merve Kılıç

Tarih: Ekim – 2021

İSLAM’I YAŞAMAK

Müslümanlar, klasik öğretiler arasından doktriner bir seçime mi mecbur kalacak? Tarihte olduğu gibi bazı indîliklerle yalnızlığa mı zorlanacak? Yahut da günümüzde olduğu gibi bir doktrini din edinerek ebedi kılınmasını mı esaslandıracak? Yoksa ilmî yolu; vahyî temelleri esas alarak; asla yönelik bir ayrım yoluna mı girecek? M. Said Çekmegil, İslam’ı Yaşamak adlı eserinde bu tür sorulara yanıt bulmamıza yardımcı olmuştur. Bu sorulara yanıt aramak ve üzerine düşünmek dinine sahip olan müminlere düşer. Çekmegil diyor ki, bugün müteşşekkirane bir halde görüyoruz ki, Müslümanın çoğunlukta göründüğü memleketlerde, kendi konuları üzerine eğilen beyinler işlemeye başlamıştır. Hatta batı aleminde yaşamakta bulunan müslümanlar da bu sancıların meyvelerini oldurmaya başlamış bulunuyorlar.

İslam, doğruyu arayan herkesin dinidir. Bu yüzden, şuurlu-arayıcı müminler, kendilerinden önceki bilen Müslümanları taklit değil, model etmişlerdir. Model olarak Allah Resulünün sahabelerine bakıldığında; onlar vahiylerle kayıt altına alınmayan hususlarda, bazen tamamen değişik uygulamalara geçtikleri halde birbirlerini kınamamış olarak bulunurlar. Çekmegil, aslında imani meseleleri hükme bağlarken, kaynağı insan olan düşünce sistemlerinin esas alınması fısk olmuştur, der. Müslümanlar böylesi bir bakışı meşru bulmazlar. “Bilmem ne fikirlerle halk, Kitabullah’ta bulunmayan bazı şartları dermeyan ediyorlar. Her kim Aziz ve Celil olan Allah’ın kitabında bulunmayan bir şart kaydederse, isterse yüz şart olsun, onun hükmü yoktur; Hak ve Kavî olan, Allah’ın şartıdır” buyurdu. Ve diğer bir hadislerinde: “Kim, bizim bu işimizde olmayanı ortaya çıkarırsa, o, reddolunmuştur” der. Çekmegil, böyle olunduğu halde, kalabalık bir kesimde, ilahî vahiylerin yorumlarına dayalı görüşlerin olduğu doktrin kalıpları esas alınır olmuş; tersine vahyî verilerin bu kalıplara göre tevil edilmesi gereği doğru sanılmış bulunuyor, der.

Bu bakıştan hareketle, taklitçiler Kur’an’a yönelirken bile, “onu kendi görüşlerine göre tevil etmiş” oluyorlardı. Bu böyle olursa; başka yorumların başka kalıpları da diğer bir kısım taklit eden insanlarca esas alınarak bağlanırsa, anlaşmazlıklar ferdîlikten çıkıp tabiatıyla kolektifleşmiş olur. İmam Ahmed bin Hanbel, aynı zamanda hocası olan imam Ebu Yusuf ile aynı görüşü, aynı zamanda ve mekanda paylaşmamışsa, bu husus o alimleri bağlar. İmam Muhammed b. Şeybani, hocası Ebu Hanife ile her konuda beraber görünmemişse; bazı muhalefetlere düştüğü görülmüşse, bu dahi Müslümanların ilmî onuruna güzel bir örnek olur.

Said Çekmegil diyor ki, İslam’da “kolaylık temel kuraldır”. Hiçbir kimse gücünün yetmeyeceği işlerle yükümlü tutulmamıştır. “Peygamber (s.a.v) iki şey arasında muhayyer bırakıldığı zaman, günah olmadığı sürece, kolay olanı tercih eder” ve “Siz kolaylık gösterici olarak gönderildiniz” “Takat getirebileceğiniz amellere girişin” der, “Namazda kolay geleni oku” tebliğini yapardı. Kur’an’daki tavsiye de öyleydi. “Bu din kolaydır”, “Onun içine teklifsiz yumuşaklıkla giriniz” öğüdü verilmiştir. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin”; “Dininizin en hayırlısı en kolay olandır” buyurmuştur.

Görülüyor ki, yüce Rabbimiz ne kadar rahmetiyle müsaade etmişse, Resulullah da milletine o kadar rahim davranmıştır. Mesela kitapta bir örnek: “İftarı acele etmeleri, sahuru da ertelemeleri”ni hayırlı bulmuş. Sabahları Bilal’in (r.a) ezanına değil, İbni   Mektum’un ezanına uymalarını tavsiye etmişti. Çünkü Bilal ezanı ilk vaktinde, diğer sahabe son vaktinde, ümmete kolaylık sağlayacak zamanda okuyordu. Bir diğer yerde “Ne kadar olursa olsun (işin sevimlisi) devamlı yapılanıdır”; “Amellerden gücünüzün yettiğini ve kolayınıza gidenini yapınız” buyurur şefkatli Peygamberimiz, ziyade ibadet edeceğim diye meşakkatli yolculukta oruç tutup halsiz düşenlerdense, oruç tutmayanları “daha çok sevapla” müjdelemiştir. Böyle olduğu halde, büyük bir kesim için dini hayat ve tetkikler alabildiğine zorlaştırılmış, içinden çıkılmaz halde bırakılmıştır. Müslüman bir yazarın tespiti şöyledir: Yüce İslam dinini, kolaylıktan çıkarıp, zor kitap ve bahislerle karşı karşıya bırakmaları, ilmiye kesiminin hatalı davranışları arasındadır. Teferruatta boğulup kalmak, esaslardan uzaklaşmak arayıcı Müslümanlara yakışmaz. Bu durum, müminlerin Allah’a itaat kastiyle ve şuurla yaşadığı hayatının tümünün ibadet olduğunun unutturmuş; hayatı üçe böldürmüş, bir kısmını istirahat, bir kısmını çalışmak ve bir kısmını da ibadet zannettirmiştir. Sanki çalışmak, Allah için istirahat edip ve helal nimetlerden şükürlerle lezzetlenmek ibadet değilmiş gibi? Müslümanın şuurlu olarak şükürlerle yaşadığı hayatın hepsinin ibadet olduğu bilinmelidir.

Çekmegil başka bir paragrafta, birtakım kuruntularla, “İbadetim iyi oldu mu? Abdestim var mıydı?” gibi acabalarla yaşamak, dikkatli Müslümanmış gibi görünmek, insanları çok oyalamış ve esasları öğrenip yaşamaya vakit bırakmamıştır, der. Devamında, oysa “teferruatlarla vesvese etmek Ashab (r.a) arasında beğenilmeyen şeylerden sayılırdı” belirtilir. Lüzumundan daha fazla takva gösterileri yaparak “inceden inceye derinleşmek” (bir fıkıhçıya göre) bid’attir. Asıl takva, temel vazifeleri unutturacak; farzları ihmal ettirecek ayrıntılı nafilelerden sıyrılmak olduğu için, o nafileleri ancak meşru vazifelerden artan zamanlara bırakmak gerekirken, köklerden ziyade dallarda ömür tüketilir olmuştur, der. Esaslardan uzakta yaşamak, İslam alemini, içinden çıkılmaz çabalarla zorluklara sokmuş, sonra da, bir müellife göre, bu zor dini ödevlerden kurtulmak için hilelere başvurmak mecburiyetinde kalarak hileli, yalan yanlış kitaplar yazma gayretine düşmüşlerdir, der.

Kısacası yüceler yücesi Allah, eşsiz bir fıtratla yarattığı insanoğlundan şükredici olarak, Müslüman olmayı, Müslümandan da muttaki bulunmayı istemiştir.

Çok önemli bir husus da, her Müslümanın bağlanması vacip olan tek kaynak, Allah’ın son Nebisinin Rabbinden getirdiği tebliğlerdir. Bu tebliğlerden başka İslam’a hüccet olacak hiçbir beşerî veri ve şahıs gösterilmemiştir tek kaynağımızda. Çekmegil ısrarla vurgular: Resulullah'tan başka hüccet kabullenmiş olmak değil midir ki, bugün ilmî yolda olmayan insanları bölük bölük yapmış ve ayrı ayrı kamplarda birbirlerine karşı çıkarmıştır? Hem Allah elçisinden başkalarını -bilerek veya bilmeyerek- dinde hüccet edineceksin, hem de bu tefrika nedir diye şikayet edip duracaksın; bu hal akıl işi değildir. Resulllah’tan başka hak dine hüccet tanıyanların ayrılıklarındaki tâbiliğin sebepleri de gösterilmeye gayret edilmiştir. Ekber Rabbimiz böylece, bize olan yüce nimetlerini düşünmemizi, Müslümanlar olarak tefrikaya düşmememizi emrediyor ve “Allah size ayetlerini böylece bildiriyor ki doğru yola eresiniz” diyor.

Düşünebiliyor musunuz; Allah’ın ayetleri apaçık ortada iken, acaba doğru yolda niçin birleşme gerçekleşmiyor? Tefrika; içki, kumar, hırsızlık gibi büyük günahların başında gelirken; küçük günahlardan sakınır görünenler, neden tefrikanın etkisinde kalmış bulunmaz bir manzara arz ederler? Hangi gruba sorsan bu ayrılıkların suçunu başkalarında araya araya hayatlarını sürdüre geliyorlar… Bilmezliğin sürüklediği bu günahkar yaşantıdan rahatsız olanlar da var şüphesiz. Gel gör ki onların da pek çoğu: “Ne yapalım, biz de üzgünüz bu tefrikadan ama, ne diyelim; her Müslümanım diyen, Kuran ve Resulullah’a bağlı olduğunu, dini yalnız kendilerinin anlattıkları gibi anlamak gerektiğini zannediyor” der. Devamında halihazır durum bu; ne yapacağımızı biz de şaşırıp kalmışız, diyen samimi kardeşlerimize işte burada cevaben diyoruz ki: Allah’a güveniniz, mutlak güven yalnız O’na mahsustur.

İlmî bir çizgiye gelerek cahiliye gidişatını terk edip; Allah nasıl yaşamamızı istemiş ve Rasulullah nasıl yaşamışsa; İslam yolunu iyi öğrenip şerefli bir hayat sürdürmekten başka çaremiz yoktur. Çünkü sosyal konularda kesin bilgiyi yaratmak, Allah’tan başkasına ait değildir. Bilmeden amel etmek değil, iman etmek bile düşünülemez. İnsan bir şeyleri düşünerek arayacak ve bulduklarının doğrultusundan emin olmuş bulunacak ki iman etmiş olsun. İlmî bir hayat huzur ve kolaylıklar getirir. İlmî yolda olmayan yaşantılar insanları ya ibadet heyecanıyla zorluklarla lüzumsuz eziyetlere götürür Budistlerde olduğu gibi; ya da tembellerde görüldüğü gibi temel ibadetlerin de aksamasına götürür, fasık kılar insanı.

Çekmegil soruyor ki, dünün sevaplı olan nafile ibadetleri terk edilemez sanan fıkıhsızları, bugünün bırakılamayacak bulunan vacip ibadetlere dikkat etmeyen salâtsızları hangi bilinmezliğin ürettiği kitlelerdir? Bir işi makbul bir şekilde yapmış olabilmek için yapacağı işin lüzumlu ilmini öğrenerek yapması gerekir. Eğer mümin bu doğru yoldan giderek bir amel işlememişse o amelin ilmini öğrenerek tekrar etmesi lazım geldiği görüşü bir fıkhi hükümdür. Bir müminin kendisinden istenilen bilgilerin vücubiyeti ortada dururken ona bakmadan hayatını anadan babadan görmelerle sürdürmeye razı olan zihin tembellerinin pişman olacakları ebedi alem elbette gelecektir. Tarihte bazı kavimlerin daha dünyadayken helak olmalarına sebep, kendilerine süslü gösterilen işlere dalıp ana vazifelerinden geri kalmışlıkları gösteriliyor Kur’an-ı Mübin’de. Bu helak oluş sadece dünyadakilere misaldir. Ya dinini anlamaya çalışmayanların hali ebediyette nasıl olacaktır?

Görülür ki, ilmî olmayan aşırı gayretler, insanları İslamî yaşantıdan zaman zaman uzakta tutagelmiştir. Kur’ânî bir yaklaşımla Resulullah’ın sünnetini tanımayanlar, bazı uydurulmuş yargıları sünnet, sünnetleri yargı sananlar -çoğu iyi niyetli olmasına rağmen- İslam’ı gereği gibi yaşayamaz halde görülüyorlar. İslam’ı bilerek yaşamak isteyenleri tanımadıkları için de, araştırıcı Müslümanları iftiralara boğarak tesirsiz hale getirmek istiyorlar. Kitapta konuyla ilgili kısımda Said Çekmegil diyor ki, İmam-ı Ebu Hanife hazretlerini sapık bir mezhebe dayandırarak ona mürcie diyenler, İmam-ı Şafii hazretlerini dövdürenler, hep bu cahili yobaz tipler arasından çıkmıştır. Tarih misallerle doludur.

Bu kitaptan özetle diyebiliriz ki, Müslüman olanlar, her yer ve şartta güçlerince imkanlarını İslam’ı yaşamaya sarf etmekle mükelleftirler. Mevlana İkbal’in söylediği gibi: İslam bir söz değil, bir iş dinidir. O, doğru düşünme, doğru konuşma ve yaşanması gereken bir hayattır.

‘İslam insanlıkla beraber başlamıştır.’ ‘İslam’dan önce’ diye söze başlamak, Allah resullerinin bir önce ki nebi uygulamalarından kalan vahyi doğrultudaki tatbikatı cahiliyeye mal edegelmek, meselelere Kur’anî bir bakış açısı olmayacağı yönündedir. Ama ne var ki çoğu elit kesimde, ilmî kariyerleri bulunan aydınlarda bile Kur’anî bakışın çok çok zayıflamış olduğu görülür. Onun için diyoruz ki: Müslümanlar ana kaynaktan uzağa düşmemeye çalışmakla yükümlü olduklarını unutmamalıdırlar. Unutturulmasına da göz yummamalıdırlar. Ve bir Müslüman ilim adamının dediği gibi, “En büyük marifet; Kur’an ve sünnet haricinde herkesin hatalı görüşü olabileceğini bilmektir. Biz şuna inanıyoruz ve diyoruz ki: Kur’an-ı Kerim'e dayanmadan, vahyî esaslara ciddiyetle eğilmeden İslamî bir konuyu işlemek, insanı dünya ve ahirette mahcubiyetlere sürükleyebilir. Nasıl ki bu sürüklemeler olmuş ve oluyor da. Rabbimiz bizleri vahyî çizgiden ayırmasın, İnşallah.

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz