Esra Yıldırım tarafından

Değerlendiren: Esra Yıldırım

Tarih: Ekim – 2021

İSLAM’I YAŞAMAK

Said Çekmegil’in İslam’ı Yaşamak isimli konferanstan kitaba dönüşmüş olan eseri iman-bilgi arasındaki ilişkiyi birçok örnekle güzel bir şekilde kurduktan sonra bu ilişkinin semeresi olarak İslam’ın doğru bir şekilde yaşanmasının ne demek olduğunu izah ediyor. Kitabın, Almanya’daki bir konferansın kağıda aktarılmış olmasını ve birtakım ilavelerle son halini almasını göz önünde bulundurursak içerisindeki konu bütünlüğü ve okuyucunun zihninde meseleyi adım adım inşa edişi takdire şayan doğrusu. Meseleyi adım adım muhatabın zihninde inşa etmesinden kastımı örneklerle açıklayayım: Said Çekmegil bize İslam’ın yaşanabilen, yaşanan  bir din olduğunu ancak bunun tabii olarak bazı şartlarının olduğunu anlatıyor.

İlk olarak söze Avrupa’da İslam’ın yayılışının Müslümanları ümitlendirdiğini zikrederek başlıyor. (s.14-16) Evet Avrupa’da kendisine Müslüman diyen insan sayısı artıyordu, peki İslam’ı yaşayan insan sayısı da aynı oranda artış gösteriyor muydu? Birçok münevverin, sanatçının ve sair kesimlerden insanların İslam’a girdiği haberleri Avrupa’nın hızla İslam’laştığı gibi bir söylentiyi oluşturmuştu. (s.18). İşte Çekmegil, İslam’ı yaşamaktan bahsetmeden evvel önce okuyucunun zihninde bu yaşantıyı öyle veya böyle bir şekilde talep eden insanların sayısının Avrupa’da dahi arttığından bahsediyor.

İkinci olarak İslam’ı yaşamak için önce onu öğrenmemiz gerektiğinin üzerinde sıkı bir şekilde duruyor. Çeşitli örnekler sunarak okuyucunun onun kastettiği manalara erişmesine yardımcı olurken satır aralarında şu can alıcı soruyu gündeme getiriyor: Nüfus ve nüfuz olarak bu kadar büyüyen Müslümanlar, bir gün siyasi anlamda bayrak sahibi olduklarında hangi ideolojinin bayraktarlığını yapacaklar? (s.24) İnanıyoruz dedikleri şeyleri ne kadar biliyorlar ki onları kendilerine rehber kabul ederek bir sistem inşa edecekler? Şayet isteyerek iman ettikleri şeyleri bilmezlerse, istemedikleri sistemlerin her anlamda bayiliğini yapmaktan başka şansları kalmaz. O halde insanlar hızla İslam ile müşerref olurken bir yandan da kendilerini kuşatan meseleleri çözmeye ciddi vakit ayırmalılar. Önceki ulemayı da bu konularda kendilerini model almalılar, taklit etmemeliler. (s.25) Zira taklitle ancak var olanı muhafaza edebilirsiniz, o da ne kadar mümkünse.

Ancak Çekmegil’in bizlere tavsiyesi, Kuran ve sünnete tam bir itina ile bağlanarak onlardan hareketle (eski ulemayı da model belleyerek, yani usullerinden istifade ederek) bugünkü meselelere çözümler getirmektir. İşte tam bu noktada dindeki temel kavramlardan birisinin de kolaylık olduğunu ifade ediyor Çekmegil. (s.37) Yasaklanmadığı müddetçe din bize kolayı tercih etmemizi salık verir diyor ve bunu çeşitli ayet-i kerime ve hadislerden örneklerle destekliyor. Dini zorlaştırmak ve sanki onun yaşanılmaz bir şey olduğu hissini yaratmak tamamen cehaletten kaynaklanıyor. Din yaşanabilen ve hatta yaşanan bir şeydir. Ancak bunun temelinde neyi yaşaman gerektiğini sahih kaynaklar üzerinden tespit etmen yani bilmen gerekmektedir. Sonrasında işlerin ne kadar da kolay olacağı zahir olacaktır. Dinin yaşanması konusunda İbadet Anlayışımız kitabına oldukça atıfların olduğunu görüyoruz, bu da biz okuyucularda kavramların daha iyi yer edinmesine ve Çekmegil’in kastettiği anlamlara ulaşmamıza yardımcı olan bir nokta.

Yukarıda meselelerin çözümü hakkında verdiği tavsiyelere kısaca değinmiştim. Bu noktada bir geçmiş eleştirisi de sunduğunu hatırlatmakta fayda var. Furûatta çok fazla boğularak asıllarda düşünmeyi kaybetmek (s. 40), eskiden kalan yemeği ısıtıp ısıtıp sofraya koymaya benzer. Malzeme aynı olsa da bugünün mideleri farklı, sindirimi farklı çalışıyor. Bütün bunları görmezden gelerek asıllarda imal-i fikir etmek dururken furû meselelerde vakit kaybetmek, maalesef ki bilgi ile yaşantı arasındaki irtibatın kurulmasına mani olur. Bunun neticesinde de İslam’ı yaşamak hoş bir hayal olarak rafa kaldırılır. Halbuki olması gerekenin bu olmadığını defaatle birçok yerde ifade ediyor Çekmegil. Birinci bölümü sonlandırmadan evvel 10 maddede müminin yüce vasıflarını zikrederek de adeta herkesin kendini bir muhasebeye çekmesinin gerektiğini söylüyor.

İlerleyen bölümlerde, önceki bölümlerde zikrettiği ilim-amel ilişkisini ayetlerden örneklerle açıyor diyebiliriz. S. 65-67 arasında, bizi mutlak manada bağlayan kaynakların Kuran-ı Kerim ve sünnet-i seniyye olduğunu söylüyor. Yani mizanımız, mikyasımız bunlar. Bunlar dışındaki her türlü kavli bu kaynaklara istinaden tenkit etmek mümkündür. Bu konuda Nebîlerden oldukça fazla örnekler veriyor. “Bilerek Yaşamak” isimli bölümde (s.68) merhum Mustafa Sabri Efendi’den çok kıymetli bir alıntıda bulunuyor: “İlim tahakkuk edince iman başlar”. Yani bizler muharref dinlerde olduğu gibi saçma olana inanmıyoruz.[1] Aksine bizler bildiğimiz bir şeye iman ediyoruz. O halde ilimsiz ne iman olur ne amel. İşte Çekmegil’in kitap boyunca bütün çabası da bilgi-iman-amel arasındaki irtibatı biz okuyucuların zihninde anlamlı bir şemaya sokmak ve bunların bir bütünün asla ayrılmaz parçaları olduğunu anlatmaktır. İlimsiz amel de olmaz. O halde ne yaptığımızı bilmeliyiz.

Bir bütün olarak ele alındığında kitabın bilgiye-bilmeye vurgu yapması ve bunu Nebîlerin hayatlarından ve çeşitli ayetlerden örneklerle desteklemesi çok faydalı oldu. Diğer kitaplarında da olduğu gibi “zaten bildiğimiz şeyler” diye düşündüğümüz konularda Çekmegil gene farklı bakış açılarını bize bolca örneklerle sunarak, sadece meseleyi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda konuyu anlayan birisinin, anladıklarını, bir başkasına, kitaptaki mezkur misaller üzerinden anlatmasına imkan tanıyor.

[1] Kierkegard: “Saçma olduğu için inanıyorum, saçma olmayana herkes inanır. İman saçma olana inanmaktır.” der.

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz