İbrahim Burak Aydın tarafından

Değerlendiren: İbrahim Burak Aydın

Tarih: Ekim – 2021

İSLAM’I YAŞAMAK

Yeşeren Ümitler

Batıcıları endişelendiren, dünyacıları şuursuz hayatlarına engel görünen, müminlere şükretme ümitleri veren İslami gelişmelere şahit oluyoruz. Müslümanlık hızla yayılıyor. Dünyada birçok ünlü-ünsüz insan Müslümanlığı tercih ediyor. Ünlü profesörler, spor adamları, sanatçılar… Rusya bile emperyalizme karşı İslam’ı yanına alma rollerinde görünmek istiyor. Sınırlı olsa da müjdeler müminlerin ümitlerini tazelemekte olup, şükrümüzü de arttırmalıyız.

İslam Pratiği, İslam’ın Pratiği

İslam alemi liberalist dünyanın kapitalist egoizmine mi özenecek, yoksa sosyalist dogmalara senteze mi mecbur kalacak? Günümüz İslam alemi bu çırpınışlara bazı denemelere girmiş veya girmek özlemiyle çalkalanmaktadır. Bu çalkantılar İslam’ın temel şuurundan değil, gafletten uyanmışlığın mahmurluğuyla neye el atacağını bilmeyişinden gelmektedir. Örnek verecek olursak, Pakistan’ın durumu, sadece dış güçlerin müdahaleleri değildir. Temelde fıkhi bir hazırlığın olmamasındandır. Zaten temeli olsa dış güçlerin müdahaleleri etkilemezdi.

Her ne olursa olsun, gücü yeten, imkânı olan her Müslüman dinini öğrenip uygulamakla görevlidir. Bu öğrenim işinin zor gözükmesi, vahiylerle yorumlarının aynı kategorik çizgide ele alınması sebebiyledir. Şuurlu arayıcı müminler, kendilerinden önceki bilen Müslümanları taklit değil, model etmişlerdir. Fakat İlahi vahiylerin yorumlarına dayalı görüşlerin oldurduğu öğreti kalıpları esas alınır olmuş. Bu taklitçilik hicri 4. asırdan sonra yavaş yavaş başlamış, sonraki yüzyıllarda büsbütün İslam dünyasını kaplamıştır. Taklit hastalığına kapılan bu zavallılar, muhterem hocaları adına, kendi görüşlerine uymayanlara, gayet rahatlıkla kafir diyebiliyorlar. İşte bu tutum ve benzeri gayri fıkhî ceddeler elbette Müslümanların işini zorlaştırmakta. İşte, alacakaranlıkta yol arayan bir nesil zorluklarla karşı karşıyadır böylece. Öte yandan bir başka zorluk da ünlü Müslüman düşünürlerine dayandırılan nakilleri, kesin doğrular telakki etmekten doğmuştur. Örnek verecek olursak; Hz. Hüseyin, masum ve temiz imamlardan biri olarak kabul edilirken; diğer tarafta aynı büyük sahabenin (Hz. Hüseyin’in) yanılmış olduğu kaydedildikten sonra, Allah bu yanılmışlığından dolayı onu affetsin denilebilmiştir. Başka örnek verecek olursak, günahkarların edebi helakte olduğunu iddia eden Hariciler, diğer yanda, müminlerin günahkâr da olsa cehenneme gitmeyeceğini söyleyen Mürcieler söz konusu. Bütün bu zan ve iftira yığınları, Müslüman araştırıcıları yorup durmuştur. Daha da acısı, bu yorulma sebepleri, donmuş, şuursuz mukallitler eliyle günümüze kadar taşınıp mesele edinilmiştir. Bu atmosfer içerisinde İslam’ın birçok değerli yönleri unutulmuştur. Hatta farz ibadetler ihmal edilecek seviyeye kadar gelmiştir.

İslam’da “kolaylık” temel kuraldır. İslam’da hiçbir kimse gücünün yetmeyeceği işlerle yükümlü tutulmamıştır. Kur’ân’da bildiriliyor ki; gönderilen Kitap zahmet çekilsin diye değil, öğüt alınsın diye yollanmıştır. Mesela namazda bile “Kur’an’dan kolay geleni oku” tavsiye edilmiş olduğunu görüyoruz. Başka örnek verecek olursak; yolculukta oruç tutup sağlıksız düşmektense, oruç tutmamak daha çok sevapla müjdelenmiştir. Böylesi kolaylıkların olduğu dinimizi bize içinden çıkılamaz halde bırakmışlardır.

İslam Pratiği

  1. İnsanoğlu doğruyu aramakla vazifelidir.
  2. İnsan ulaşamadığı tebliğlerin taşıdığı mükellefiyetleri yüklenmemekten mesul tutulamaz.
  3. Müslüman, aldığı tebliğleri gücünce yerine getirmekle mükelleftir. Allah gücünün yetmeyeceği işlerden mükellef tutmayacağını bildirmektedir.
  4. Allah Müslümanlar için kolaylık dilemiş ve Müslüman hayatında meşru kolaylıkları tercih etmelidir.
  5. Allah dünyada verdiği nimetlerin, az bir kısmını yasaklamıştır ve helal kılınan şeyleri haram kılmayın diye emretmiştir. Bu helal nimetleri, hem de din adına yalan uydurarak haram sayanlar, af ve rahmetten ümitlenemezler.
  6. Tebliğ almış her Müslüman; salatı eda etmekle, zekâtı ita işine girişmekle, iyiliği emir ve kötülükten vazgeçirmeye çalışmakla, hac ve oruç ibadetlerini yapmakla mükelleftir.
  7. İnsan Müslümansa imanını, yaratılmış her şeyin üstünde tutacaktır.
  8. Müslümanlar, hayırlı işlerde birbiriyle yarışa çıkmakla vazifelidir.
  9. Müslüman kişi, din hakkında konuşacaksa, ya hakkı delilleri ile biliyorsa konuşacak ya da susacaktır.
  10. İman edenlere sözü doğru söylemek emredilmiştir. İnsanları beşerî görüşler etrafında toplanmaya çağırmak, Allah’a ortak koşmak manası taşır.

Bu maddeler Müslümanın baş vazifeleridir. Dinimiz bu kadar açık, net ve kolaydır. Tabii bu maddelerin yanında toplumsal bilinçlerimizi de söyleyebiliriz. Bunlar; bütün yaşantımızda adil olmamızı, Müslümanın mükellef olduğu işlerin mecburi bilgilerinin neler olduğunu öğrenmesi ve öğretmesi olduğu, herhangi konuda istişare ile hareket etmesini, İslam’da bütün mülk ve tüm yaratılmışların Allah’ın olduğunu bilmesi, ahitlere ve emanetlere çok dikkat edilmesi gerektiğini, insanları hürriyetini, Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde, hiçbir kimse hiçbir şekilde kısıtlamayacağına ve mümin, yaratıcısından başka güvenilecek mutlak bir varlık tanımayacağını bilmesi gerekir.

Münih Konferansı – Allah’ın Rızasına Uygun Yaşamak

Allah nasıl yaşamamızı istemiş ve Resulullah nasıl yaşamışsa; İslam yolunu iyi öğrenip şerefli bir hayat sürdürmekten başka çaremiz yoktur. Kuran’da apaçık ortadadır. “Rabbimiz Allah’tır deyip de sonra dosdoğru hareket edenlere… Hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun (üzgün) da olmayacaklardır.” “Allah, rızasına uyanları selamete doğru yöneltir, kötülüklere düşmekten kaçarak kendisine sığınanın; kusurlarını örter, mükafatlarını büyütür. Ve iyilik işlerini kolaylaştırır, iyi ile kötüyü ayrıt edecek feraset verir…”

Schweinfurt Konuşması – Bilerek Yaşamak

İnsan bir şeyleri düşünerek arayacak ve bulduklarının doğruluğundan emin bulunacak ki iman etmiş olsun. Lakin bazı Müslümanlar ibadetini bilmeden, anlamını araştırmadan yapıyor. En basitinden örnek verecek olursak her gün okuduğumuz Fatiha suresinin anlamı bilmeyen kaç Müslüman var? Hac ibadetini yaparken Medine’ye uğramayanların hac ibadetinin kabul olmayacağını zanneden kaç insan var? Bilinmelidir ki bir amelin farz rükünlerini öğrenmesi mümkün olduğu halde, onları öğrenmeden, rastgele işler yapıyor bulunuyorsa o ameli işlememiş olur.

Karlsruhe Sohbeti – İslam’ı Yaşamak

İslam keyfî yaşanacak bir din değildir. İslam, doğru düşünme, doğru konuşma ve doğru yaşanma gerektirir. Kur’ân’da çokça ayet geçmektedir İslam’ın nasıl yaşanması gerektiği hakkında. Lakin gerçekleri örtegelen cahiliye insanları, yine de aklını kullanarak doğruya yönelmiyor, ilahi ihtarların daimî muhatabı oluyorlar. Dünyayı, ebedi saadeti için vasıta bilmeden, şu ebedi olmayan alemde çok önemli olan imtihanından habersiz, ahirette vereceği hesaptan gafil bir hayat sürdürüyorsa, bu kimse inanmış olsa da fasık görüldüğü için İslam’ı yaşamaktan uzakta bulunur.

Hocamız başlıklar altında üzerinde durulması gereken birkaç önemli hususa değinmiştir. Özette hepsine yer veremeyip birkaç tanesine değindim.

Fikri Durgunluk

Aslında, İslam kelimesi durgunlukla yanyana zikredilemez. Çünkü İslam, her şeyden önce hareketle ilgilidir. Müslüman, atlayış cesareti gösteren kimsedir.

Her dönemde fikri gelişmeler de olur, gerilemeler de olur ve olacaktır. Bu oluş, yaratıcının insana ikram ettiği akıl gibi bir nimetin hakkını vermeye bağlıdır. Eğer ki hakkını vermez, rahata düşkünlüğün davet ettiği zihin tembelliğine düşerse, taklit bataklığında çırpınır durur ve batar. İslam aleminde tam da bu şekildedir. Arayıcılık ibadetinin aksamasıyla, taklit marazı insanlarda yaygınlaşmıştır.

Alacakaranlıkta Yol Arayan Bir Nesiliz

İslam’ın ilahi kanunlarını, yani Allah’ın ayetlerini hiçbir kimse değişiklik istese de değiştiremez. İnsan Müslümanlığı idrak etmişse, ilahi ayetleri gösteren ve değiştirilmeyecek olan bu tabii kanunları zorlamaz; onlardan faydalanarak, dünyada şahsiyet bahşeden, ahirette saadet sebebi bulunan ilmi yola yönelir. İşte bu ilmi yola talip olurken, koyu bir materyalizm bulutunun ortalığı karartmasına şahit oluyoruz. Bu bulutlar birçok aydın kesimden gelen saçma hurafelerdir. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’i iki peygamber sayacak kadar ölçüsüzlerdir bu kesim. Kısacası, 19. Yüzyıl materyalizminin, mistik hurafeler beraber gerçekleri de gölgeleyerek günümüze kadar gelip yerleştiği bir dönemin nesliyiz; alacakaranlıkta yol aramak gibi çetin sanılan bir imtihandan geçiyoruz.

Hocamız “Kritikler” başlıklı diğer bölümünde ise 20. Yüzyılın İslam aleminin kritiklerini yapmakta, yorumlamaktadır. Suudi Arabistan kralına atfen verilen çağdaşlaştırma önerisine, İran İslam Cumhuriyeti anayasasının 12. Maddesine ve bazı Hadislerin kritiklerine yer vermiştir. 

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz