Fatmanur Aydın tarafından

Tarih: Mart 2021

 

İMAN ANLAYIŞIMIZ

İnsanın en temel ihtiyacı güvenmektir. Birçok insanı sever ve sayabiliriz ama herkese koşulsuz bir şekilde teslim olamaz ve güvenemeyiz. İnanmak insanı hafifletir ve rahatlatır. Bir insanın sözlerine, duygularına koşulsuz inanmak şahsen büyük bir lükstür. Günden güne çopurlaşan bu yer yuvarlağında insanlara inanmak bile bu kadar zaruriyken, iman edenlerden, inananlardan olmak asıl dikkate alacağımız mevzu olmalıdır. Bu sebeple her zaman inanmayanları veya inancı zayıf olanları sorgulamışımdır. Çünkü inanmak insanı hafifletir, yol gösterir, rahatlatır. Doğamız gereği inanmak isteriz... Yaptığımız iyiliklerin bir karşılığı olacağına, kötülerin cezalandırılacağına, eğri zamanda doğru durabilmenin zorluğuna karşılık ödüllendirileceğimize inanmak isteriz. İman tam olarak budur. Alemlerin Rabbi olan Allah’a ve onun sözlerine samimiyetle inanmak ve güvenmektir.

Said Çekmegil’in bu eserinde ‘’İman nedir? İmandan anlamamız gereken nelerdir? Nasıl tam anlamıyla inanlardan oluruz?’’ gibi sorulara cevap arıyoruz. ‘’İnsana kişilik kazandıran baş özellik dava sahibi olmaktır.’’ diye başlıyor sözlerine yazarımız. Üzerinde kafa yoracağımız, yürüyeceğimiz, savunacağımız ilkeler bizi biz yapar. Bir duruşumuz görüşümüz olur. Ama doğru ama yanlış insanın bir dava sahibi olması onun bir şeyler üzerinde kafa yorduğu düşündüğü anlamına gelir. İsmet Özel’in de dediği gibi ‘’Kafa karışıklığı iyidir, insan bir kafası olduğunu anlar.’’ Hiçbir fikri olmamaktan ve duyarsız kalmaktansa bu daha yeğdir. Zaten yazarımız ilerleyen sayfalarda da belirtiyor: ‘’Çiçek ve böcek değildir insan, düşünmeden edemez.’’

İlerleyen sayfalarda mümin, münkir, münafık kavramlarını açıkça izah eden Çekmegil, Münafıklara bukalemun yakıştırması yapıyor. İkiyüzlülüğün ve bireysel çıkarların gözetildiği şu zamanda bu benzetmenin çok yerinde olduğunu belirtmeliyim. Eserin aklımızdaki her soruyu bilirmişçesine izahı, her sayfada hayrete düşürüyor. Akla takılan mevzuyu bir sonraki satırda bulabiliyoruz. Bu mevzulardan biri “Nasıl emin olabiliriz” meselesiydi. Bunu da yazar gayet sade bir dille açıklıyor. ‘’Emin olmak yaratana mahsustur; emin kılınmak reçetesi de O Rahim yaratıcı tarafından verilmiştir. Mutlak emin olan zat, el-Mümin olan yaratıcıdır.’’

‘’Allah’ın hoş görmediğini Müslüman hoş görebilir mi?’’ diye devam ediyor cümlelerine Çekmegil. Bu benim gibi genç arkadaşların -ve hatta benim- tabiri caizse işine gelmeyen, kulak ardı edeceğimiz bir söylem olmakla birlikte, insana bir tokat atıyor. Kendine gel diye. Çünkü hayranlıkla(!) izlediğimiz film yıldızlarını, dinlediğimiz şarkıcıları, belki de hayranı olduğumuz nice içi boş insanı Allah lanetliyor. İşte burada belki de sınavımız başlıyor. Zaaflarımıza karşılık iman sınavımız. Bu gerçeği filtresiz ve sert bir dille açıklıyor yazar. Zaten rahatsız etmeyen, düşündürmeyen bir eser sanat sayılamaz. Bu anlamda bu kitap gerçek bir eser.

‘’İnsanlığın imtihana tabi tutulması, inananlar için bir takdir-i ilahidir” diyor yazar.  Bu cümle beni çok etkileyen Ankebut Suresi’nin şu ayetini [Ankebut/2] hatırlattı: ‘’İnsanlar ‘’İnandık’’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler?’’ Bu ayeti zor zamanlarımda anımsar ve ağırlığı altında ezilirim. Ama Bakara Suresi’nin şu ayeti [Bakara/286] aklıma gelir ve hafiflerim: ‘’Allah hiçbir nefse gücünün yeteceğinden öte yük yüklemez.’’

Aklımı okurmuşçasına kafamı karıştıran bir diğer meseleye de parmak basılıyor. Demek ki bunlar sadece benim kafamı karıştıran konular değil ya da yazar yılların birikimiyle benim gibi körpe insanlarla çokça karşılaşmış ve aklımızdan geçenleri çok iyi biliyor. Bilemiyorum. Öyle ya da böyle bugün bile bu güncel mevzulara ışık tutuyor. Velhasıl kafamı kurcalayan mevzuyu direkt kitaptan şu şekilde aktarıyorum:

‘’Biz de onlar gibi bir beşeriz, niçin farklı olacakmışız; Kur’an’ı niçin onlar gibi anlayacakmışız?’’ derler. Bu tarz efe edalar taşıyan merhum bir kardeşimize: ‘’O deve çobanı dedikleriniz Kur’an’ı daha iyi anlar da, sen onun gibi anlayabilir misin?’’ demiştik de; ‘’Neden?’’ demişti. ‘’Neden olacak; onlar ki, bir tebliğin kesin fıkhına ulaşmak isterken, endişelenirse, gidip, bizzat tebliğcisine sorma imkanı vardı; senin böyle bir avantajın var mı?’’

Yukarıdaki paragraf insanın aklının bazen ne kadar aciz olduğuna örnek teşkil ediyor. Bu ve buna benzer aklımızdaki birçok bulanıklığı berraklaştıran fikirleri içinde barındıran bu eser, sert ve cesur bir dille söylemek istediğini söylüyor. Kitabın sonlarına doğru röportajlara da yer veren eserde şiir hakkında düşüncelerinden bahseden yazar, aynı zamanda Necip Fazıl için dava arkadaşım diye bahsediyor. Bu sebeple de Necip Fazıl’ı hiç okumamış olan benim için artık zamanı geldi diyerek okumama vesile oluyor.  İman, emin olmaktır. İman kim olursa olsun yanlışa yanlış diyebilmektir. Çünkü ‘’İkazlar da kardeşlik görevi değil miydi?’’ İman, zaaflarına yenik düşmemek, dava sahibi olmaktır. İman, Allah’ın hoş görmediği şeyleri hoş görmemektir. İman, Allah’a şirk koşmamaktır.

Velhasıl, daha fazla uzatmayacağım, kelimeler yazıldıkça anlamını yitirmesin. Kitapta altını çizdiğim bir kısımla yazımı sonlandırmak istiyorum:

‘’Sen ve ben; insanoğlu çocuk değilsek, bunamamışsak; maymunlaşmamışsak, nebatlaşmamışsak; melek olmadığımızı da idrak etmişsek; sevap ve zenbimizle beraber insan olduğumuzu da unutmayıp, cinden ve insandan oluşan şeytanın şerrinden, nassın Rabbine, nassın Malikine, nassın İlahına sığınalım. Allah yardımcımız olsun, ki davamızın doğruluğundan endişeye düşmeyelim.’’

 

Selam ve dua ile...

 

Fatmanur Aydın, öğrenci. Halen İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü’nde eğitim görmektedir. [email protected]

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz