Kadir Yılmaz tarafından

Tarih: Mart 2021

Muhterem M. Said Çekmegil Hocanın İman Anlayışımız Eseri Değerlendirmesi
M. S. Çekmegil eserin ilk bölümünde Büyük Doğu’nun kuruluş aşamasından ve ne durumda kurulduğundan bahsediyor. Dönemin rejimi ve dünya politikasının ülkeye yaşattığı zorlukların hengamesinde Büyük Doğu cemiyetleştirilmiş ve belki bu verilen mücadelenin ihlas ve uhuvvetine binaen cumhuriyet sonrası Türk – İslam gençliğine vuran isimlerin kalemlerinin göstergesi olmuş.
Eserin ikinci kısmı eserin ana başlığını da oluşturan İman’dan varid olmuş ve temelde imanı İslam düşüncesine tamamen zıt düşünce sistematiklerinin oluşturduğu imanla kıyaslıyor. Burada Çekmegil’in temel eleştirisi, kendini aydın olarak tahayyül eden mütefekkirlerin aslında putçuluk yaptıklarıdır. Fakat bu put illa Lat, Menat ve Uzza gibi taştan putlar değil, akılcılık putu veya rasyonalizm de olabilir. İslam anlayışına manevi yönlerinden bakarak akıl dışı olduğunu iddia ederken kendilerinin Çekmegil’in deyişiyle “Bütün bu olup bitenlere ben mi emir vermekteyim” sorusunu sorgulayıp, makul cevap bulamayacak kadar akıl dışı olmalarından bihaberler. “İddialar imanlaşırsa kişiyi dava sahibi kılar.” Her şey bir karşı çıkışla başlıyor fakat bu çıkış bazen hakkı bazen de batılı temsil ediyor. Bu bakımdan bizim imanımızın gereğidir kâinata meydan okumak. Burada bu davanın başka bir ferdi Said Nursi, Çekmegil’in söylemlerini şöyle ifade etmiş: İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. ‘Tevekkeltü alellah’ der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle hâdisatın dağlarvârî dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder, sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmaya değil, belki esfel-i sâfilîne çeker. Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.
Sonuç olarak naçizane Çekmegli’in iddiasını şöyle anlıyorum, insanoğlu fıtraten iman etmeye muhtaçtır ve her insan iman eder fakat bu imansızlığa iman etmek de olabilirken, Rabbu’l-Alemin’e iman etmek de olabilir. Bu derin çizgi ise insana bahşedilen irade ile belli olur. Madem iman edeceksin, “en makulüne, hayırlısına iman etmek de ‘rasyonalizm’ veya tam tersi ‘mistisizm’ gereği değil midir?” sorusunu da Çekmegil üstü kapalı sorar aslında.
İmanı tanımladıktan sonra insanları üç sınıfa ayırabiliriz, müminler, münkirler ve münafıklar; Çekmegil bu üç sınıfı Kur’an ayetleri ışığında evsaflandırır. İnsan bu bakımdan iradesiyle esfel-i sâfilîne düşebilecekken âlâ-yı illiyyine de yükselebilir. İnsan bir bakımdan iman ile Allah'ın rüyetullahı ile şereflenebilecek yeryüzünün halifesi iken başka bir açıdan kainatın tahkir ettiği, yeryüzünün ölümüyle mutlu olduğu bir kişi de olabiliyor. İnsan bu potansiyeli ile meleklerin -ki günahsızdırlar- önüne geçebilecekken hayvandan daha aşağı bir makama da tenzil edebilir.
Ayrıca imanın bir diğer gerekti[rdi]ği şey ise ameldir, fiildir veya o imanı dışa vurmaktır. Bu amel de kişiyi “Müslim” yapan yegâne unsurdur. İşte insan bu fiiliyatıyla es-selamdır, el-mümindir. Çekmegil imanı tanımlayıp, mümini tasvir ettikten sonra müminin gündeminden de kısaca bahseder. O bir mümini tek başına koca bir ordu olarak görür ve kâinatta tek bile kalsa imanın iktizası gereği kâinata meydan okuyabilir ya da sair gruplar, münkir ve münafık ettikleri ara nispeten kemiyetten olmasa dahi keyfiyetten ağır basar. Bu bakımdan müminin hacca gidişi bir güç gösterisi, farz namazı fanilerin önünde bu başın eğilmeyeceğini, zekât ise kapitalist sisteme karşı bir meydan okumayı gösteren bir cihattır. Tabii bu cihat bir meydan okumayla ortaya çıkan en başta da nefsin hevesatına karşı başlar. Allah-u Teala’nın bir mümine karşı kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğini de mütalaa edecek olursak bu cihad vazifesi yapılamayacak, namümkün bir şey değil tam aksine karşılığında büyük mükafatları olan ve ücreti peşin ödenmiş bir vazifedir. “Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64). Peygamberimiz’in (a.s.) rivayeti gibi mümin her haliyle karlıdır.
Çekmegil’in bir diğer üzerinde durduğu konu ise İslamiyet’in getirdiği siyasi ve ekonomik düzen planıdır. İslamiyet’in doğru ve haklı bir biçimde yaşanmasıyla ortaya çıkan sonuç ‘Asr-ı Saadet’ yani mutluluk asrıdır, peki diğer düşünce sistemlerinin zirvesi nedir? Bize neyi sunarlar, herkesin mutlu olduğu bir sistemi mi (İslam), bazılarının mutlu olduğu sistemi mi (liberal düşünceler) veya herkesin mutsuz olduğu bir sistemi mi (sosyalist düşünceler)? Karşılaştırmalı siyasetin en önemli metotlarından biri tarihi olayları değerlendirerek kıyaslama yoluna gitmektir, biz de bu bilimsel metodu kullanırsak elbette İslam’ın getirdiği sistem, dünya üzerindeki en makul sistemdir. Bu bakımdan İslam sadece uhrevi hayatı değil aynı zamanda dünyamızda da en güzel yaşam biçimini bizlere sunar. İşte bu yüzden küfür tek millet olmuş kendi dünya sistemlerine İslamiyet’i sokmamak için her asırda farklı bozuk ve sapkın düşünceleri parlatıyorlar. Dün Çekmegil için bunlar kapitalist, komünist düşünceler iken bugün daha geniş bir hale girip farklı dallanmalarla LGBT, feminizm ve dahası gibi değer yargılarımıza karşı mücadele eden düşüncelerdir. Yarın bunların da mücadeleyi kaybetmesi ile başka düşünceler de şüphesiz piyasaya sürülecektir, fakat İslam sair putları yutmaya devam edecektir. Çünkü hak birdir, yanılmaz.
Said Çekmegil Hoca imanlı bir kimsenin lisanı haliyle diğerlerini karşılaştırırken “farklılaşmak şaşkınlığı” başlığı altında Müslümanın halini statükoya karşı gelen kişi gibi tanımlarken, gayri Müslimlerin ise statükocu, kendi konfor alanının dışına çıkamayacak kadar korkak olduğunu iddia ediyor ve bu noktada Hz. İbrahim a.s.’ın babası Azer’i gösteriyor. Azer güvenilir köle demektir, Azer oğluna destek olmayarak alemlerinin yaratıcısının kulu olmak yerine fani, aciz ve fakir birinin kölesi olarak batıl yolu tercih etmiştir. Ayrıca Çekmegil hem Müslüman görünüp hem de batıl yaşantıların içinde olmanın kabil olmadığını da söyler. Bu halin de imanın kavileşmediğinin göstergesi olduğu ve imanı kâmil olan kişinin batıl yaşantılara özenemeyeceğini ifade eder.
Çekmegil sair ulemaya da müttefikken İslamiyet’i dünya üzerinde tekrar payidar kılacak şeyin, Sünnetullahın kaidelerini göz önünde bulundurarak maddi terakkiyat ile manevi terakkinin paralel gitmesi olduğunu söyler ve tarihi örneklerle bunu Osmanlı İmparatorluğu üzerinden ispat eder. Müslümanların esas sıkıntısının İslamiyet gibi ağır ve latif bir nimete tam hürmet edememesi olduğunu söylüyor. Amenna ve saddakna; şüphesiz biz dinimize sarıldıkça o bizi gerek dünyevi ve maddi gerekse uhrevi ve manevi yönden en tepelere çıkaracaktır, böyle olmuş ve olacak inşallah.
Çekmegil’in değindiği bir diğer sıkıntı ise Müslümanların batıl inanışlara biraz özenerek bakmasıdır. Ayrıca İslam alemindeki atalet, tembellik de ya da Hocamızın deyimiyle “yan geldim hastalığı” da bizim İslam aleminde müşahede ettiğimiz birçok sıkıntının temelinde yatan bir şeydir.
Eserin son kısmında Yavuz Bülent Bakiler, ‘Politika ve Siyaset’ kavramları üzerinde Çekmegil Hocanın siyasete bakışını, aslında temelde İslami siyaset teorisini Çekmegil’in terimleri ile açıklar ve siyaseti daha bizden doğulu ve İslami bir terim, politikayı ise batı kökeninin de hasebiyle batılı ve bâtılı temsil eden bir terim olarak tanımlar.


GENEL BAKIŞ
Allah hocadan razı olsun eserinde genel bir iman perspektifi okuyucuya sunmuş ve imanı tanımladıktan sonra, iman üzerinde yoğunlaşıp daha sonrasında İslam terimi ile harç edip bir Müslüman kimliğini ve bu kimlik üzerinde alem-i İslam’ın genel hatlarını ve sıkıntılarını gösterip, yine İslamiyet’in koyduğu yöntemlerle bu sıkıntıya en makul ve acele çözümü göstermiştir. Kitabın iki kısım olmasından dolayı ilk kısımla bir konu bütünlüğü yok, daha çok toplama bir eser, fakat ilk bölüm oldukça akıcı, ikinci kısım ise değerlendirme yazılarını da muhteva eden ve bazı röportaj ve sempozyum transkriptlerinin de olduğu bir bölüm. Mehmed Said Çekmegil Hocadan Allah razı olsun.

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz