İman Anlayışımız kitabından
Büşra Karaca tarafından
Tarih: Mart 2021
İMAN ANLAYIŞIMIZ
Her bölümünün sonu dualarla kapanan, okuyucularının kendi imanlarını sorgulamalarına vesile olan, bu sayede bir müminin imanı nasıl olmalı ve nasıl olmamalı noktalarında kitabın başlarında bilgiler veren, sonlarında direk soruları yönelterek kişinin kendine gelmesini sağlayan, arkadaşlarıma ve çevremdeki insanlara mutlaka tavsiye edeceğim kitap…
İnsanın en büyük düşmanı nefsidir! Nefis insanın aklına, düşüncelerine nüfuz ederek en saçma şeyleri dahi yapmasına ve bunu yaparken de ne amaçla yapması gerektiği hususunda nedenler sunmasında, yaptığı veya yapacağı işlere kılıf uydurmasında başlıca unsurdur. Bu nedenle arzu ettiğimiz şeyler nefsin beyni ele geçirmesi ve inandırması ile “yeni bir bakış açışı” “yeni bir yorumlama” “yeni bir fikir” olarak ortaya atılır ve yerine getirilmesi noktasında kendine kesin dayanaklar ile sebepler ve neticesinde fiiller üretir. Diğer bir deyişle nefis beyne hâkim olarak kendisine tapmamızı sağlar! İşte tam da bu noktada insanlar nefsin oyuncağı konumuna geçer ve fikirleri üreten, cümleleri kuran özne nefis olarak karşımıza çıkar. Nefis ve arzunun özne olduğu konumda fiiller akılcı olmaktan çıkar. Fakat buradaki akıl M. Said Çekmegil Hocanın dediği gibi rasyonalist ve akla tapan putperestlerin iddia ettiği akıl değil, vahyi ölçek alan ve vahiy ışığıyla yolu aydınlanmış akıldır. Vahiy yüce yaratan tarafından insanlara gönderilmiş bir kitaptır ki yaratan yarattığının mayasını en iyi bilendir. Yaratıcı yarattığının aklına uygun bir kutsal kitap ile yarattıkları arasında en üstün özellik olarak verdiği aklı kullanmalarını istemiştir yarattıklarından. Bu noktada vahyedilen kitap, insanları akıl ile birlikte yönlendirme konumundadır. Vahiy insanların aydınlanmalarını sağlarken, kendi mayalarından bihaber sözde aydınlar, vahyi yok sayan henüz aydınlanamamış beyinleri ile Kuran-ı Kerîm’i ölçmeye ve tartmaya kalkıyorlar. İşte tam bu noktada yukarıda bahsettiğimiz gibi taptıkları nefislerini ölçüt olarak alıyorlar aydınlanamamış aydınlar. “Miyarı vahiy, örneği nebi bulunmayan insan neyin düşünce neyin arzu olduğunu temyiz edemez” diyor M. Said Çekmegil Hoca.
Said Çekmegil Hoca “İman Anlayışımız” kitabının ilk ve büyük bir kısmında işte benim kendi çapımda anlayabildiğim ve kaleme alabildiğim konuyu işliyor. Çünkü İslam’ın esaslarından biri olan yüce kitabı kabul etmek aynı zamanda onu anlamayı ve hayatımıza uygulamamızı gerektirir eğer düzgün birer mümin ve mümineler olmak istiyorsak. “Günün insanları olan bizler, müminler olarak kitabımız Kuran-ı Kerim’i mevcut gücümüzle anlamaya çalışmak anladıklarımızla yaşamakla mükellefiz”. İman anlayışı tam oturmamış kişiler M. Said Çekmegil Hocanın deyimiyle “hümanist görünümlü materyalistlerin” oynadıkları oyunlarda kendilerini avatar olarak bulacaklar. Kendi nefis putlarına tapmak için en büyük ibadet olan arzularını yerine getirmek amacıyla çeşitli maskeler takacaklar ve bunu yaparken de senin eksik olan taraflarından vuracaklar. İMANLARIMIZDAN! Yüce kitabı iyi kavrayamamış insanlar bir sallantıya kapılacaklar. Temeli sağlam atılmış, kaliteli malzemelerden yapılmış binalar büyük depremlerde ayakta kalmaya devam ederler, artçı depremleri ise hissetmezler. İşte tam da bu bağlamda hümanist görünümlü materyalistlerin sebep olacağı depremlerden yıkılmadan çıkabilmek için sağlam bir temel atılması şarttır. “İman Anlayışımız” kitabında imanın temelinin vahyi anlamak ve onu ölçü almak ile başladığını anlatan M. Said Çekmegil Hoca ilerleyen bölümde bukalemun özellikli kişilerin varlığından bahsetmektedir. Kuran-ı Kerîm bazı kişilerin kendi “fikirlerince” yorumlayabileceği bir kutsal değildir! İman eden kişi imanının esaslarını yerine getirmekle mükelleftir. Aması-fakatı olmaksızın bahanelerin bir eylemsizleşme sebebi gösterilmesi kişinin gerçekten yaşadığı olağanüstü şarta mı yoksa karşı cenaha “hoş görünme” kaygısıyla mı ortaya çıkıyor, bunun anlaşılması lazımdır. Bu anlaşıldığı vakit mümin imanını sorgulamalıdır. Çünkü buradaki sonuç eğer şirinlik ise vahiy ile yönlendirilme şerefine nail olan insan, Allah’ın çizdiği yoldan çıkmadığı ve emirlerini yerine getirdiği takdirde sonsuz nimet ve ebedi saadet ile müjdeleyen yüce yaratıcıdan başka kime şirinlik gösterme gayretinde bulunmalıdır ki? Beşerin en fazla materyal bir kazanç vadedeceği dünyalıklara sahip olma arzusu ile şirinlik yapma gayreti ancak İslam’ın esaslarını içselleştirememek ile açıklanabilir. Tüm bu yanlışlar silsilesinden kurtulabilmek için ancak el-hikmet [hakîm] olan yaratanın dinini tüm hayatımıza tezahür ettirmeliyiz ki neye iman ettiğimiz hususunda kurtuluşu olmayan imansızlığa düşmeyelim. Bukalemunun özelliklerine sahip olmak seni günümüz dünyasında ılımlı diye nitelendirse ve övgülere sahip olmanı sağlasa da Allah katında durumun vahimdir:
“İnsan Müslüman ise, inanışından değil, maddesinden taviz verebilir. Fakat bir mümin Allah’ın dininden taviz vermeye kendinden hak bulamaz”.
Buraya kadar M. Said Çekmegil Hoca başlıca imanımızı sağlamlaştırma, doğru bir şekilde iman etme üzerinde durmuştur. “İslam Anlayışımız” kitabının sonlarına doğru ise bir Müslümanın imanının sadece ayetlere iman etme değil, yerine getirilmesi hususuna da dikkat çekmektedir. “Samimiyetle Kur’an’a yönelip dünyayı öne almak değil onu (yani) dünyayı ebediyeti için tarla yapmaktır. Halisiyet ancak budur. Başka çare yoktur.”
İman etme sadece ayetlere inanma mıdır? Müslüman bir insan çalışkan olmalı, harekete geçmeli, İslam’ın tekrar şahlanışı için çalışmalı, Allah’ın ona bahşettiği gerek fiziksel, gerek zekasal üstünlüğünün, veya da mal zenginliğinin zekatını ödemelidir. Gerçek kurtuluş temeli sağlam oturtulmuş imana dayanmaktadır. Bu da ancak vahye geri dönüş ile sağlanabilir. Münkirler hep vardı hep de var olacaklardır çünkü dünyevi rızıklara sahip olma onlar için bir hayat gayesi olmuştur ki bunun için çokça çalışırlar. Bu nedenle Müslümanların onlardan daha fazla çalışmaları gerekmektedir. Zira bu konu için M. Said Çekmegil Hoca “Mümin böyle büyük bir ibadetin cehdinden gücü yettiği halde geri kalırsa, diğer ibadetlerinin ecrini görmesi de düşünülemez” demektedir.
Genel olarak kitaba bakacak olursak, eğer İman Anlayışımız kitabı birinci ve ikinci kısım olarak ayrılmakla birlikte ilk bölümünde daha çok M. Said Çekmegil Hocanın iman anlayışının nasıl olduğunu anlatması ve bunu yaparken de okuyuculara adeta “bak iman bu şekilde olmalı sen nasıl iman ediyorsun? Benim bu anlattığım hususlara dikkat ediyor musun ya da farkında mısın?” gibi sorular sorarcasına alttan alta okuyucularını sorgulatması şeklinde geçmektedir. İkinci bölümde ise direk olarak sorular sorarak okuyucuların kitabın en başından beri sessiz olarak kendine itirafta bulunduğu soruları cevaplamalarını sağlamaktadır. Sonuç olarak kitap, İslam âleminin şöhretli ve görkemli geçmişine rağmen şu anda acınacak halde olmasının nedenlerini bir bir gözler önüne sermekte ve bu sergileyiş neticesinde İman Anlayışımız kitabı adeta bir ilaç görevi görme pozisyonundadır. Çünkü bir hastalıkta ilk ve en önemli adım, hastalığın tespit etmektir. M. Said Çekmegil Hoca ise hastalığı tespit etmiş ve tedavisi için bu kitabı kaleme almıştır. Bu kitabı okumadan önce kendisini hiç tanımayan bir okuyucu olarak neden M. Said Çekmegil Hocayı hiç duymadım ve kitaplarını okumadım ki dedim. Allah mekânını cennet eylesin. İslam için yapmış olduğu çalışmalarının öbür dünyada şefaatçi olmasını sağlasın ve kitabında sıkça bahsettiği ebedi saadete kavuşmasını sağlasın.
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?