İman Anlayışımız kitabından
Fatih Aydın tarafından
Tarih: Mart 2021
İMAN ANLAYIŞIMIZ
- Said Çekmegil’in İman Anlayışımız adlı bu eseri ana başlıkları ile üç kısma ayrılabilir. İlk kısımda (a) genel olarak iman kavramı ve etrafındaki diğer kavramların manasına değinen Çekmegil, bu kavramların doğru ve sıhhatli bir şekilde anlaşılmasının bir Müslümanın hayatını düzenlemesinde ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. İkinci kısım ise (b) Said Çekmegil Hoca’nın konferans ve sempozyum konuşmalarını içeriyor. Benzer şekilde ilk bölümdeki kavramları ele alan Çekmegil, bu bölümde kitabın genel bir özeti niteliğindeki konuşmalarını sunuyor. Eserin üçüncü bölümü (c) ise Çekmegil Hoca ile yapılan röportajlar yahut kendisi hakkında yazılan yazılardan oluşuyor. Birçok farklı ismin yer aldığı bu kısım, okuyucuya Çekmegil Hoca’yı tanıtma adına hayli önemli bir içerik sunuyor.
Yazım boyunca bölüm sıralamasına uygun olarak Said Çekmegil Hocanın değindiği kavramları, üzerinde durduğu hususları olabildiğince özetlemeye ve kendi dilimden aktarmaya çalışacağım.
Kitapta ele alınan ilk kavram, kitabın ismi ile de mutabık olacak şekilde İman. Dava ve İman arasında ontolojik bir bağ vardır. İnsanın kişilik kazanabilmesi için öncelikli olarak gerekli olan dava hissi ancak İman ile mümkün olabilir. Kalbi sulh ve sükuna erdirecek olan İman ile insanlar yolunda gittikleri, uğrunda çabaladıkları davalarının doğruluklarından emin olabilirler. Bizi imana götürecek olan ise Rab Teala’nın bahşettiği en büyük nimet olan akıldır. Tarih boyunca akıllarını sıhhatli bir şekilde kullanan pek çok kimse ilahi doktrine iman etmiş ve mutlu bir yaşam sürmüşlerdir. Safi duygu ile hareket eden, kritiksiz hisler ile hareket edip aklını kullanmayan kişiler için ise yanılma ve yanlışa kapı aralamak hayli olasıdır. Öte yandan akıl tek başına rehber olacak bir konumda ve durumda da değildir. Akıl nimeti ancak ve ancak nebevi öğretiye ters düşmediği müddetçe verimli olabilir. Onun haricinde tek bir doğruya ulaşmak akıl eliyle mümkün değildir. Bu bağlamda İmam Gazali’nin el-Munkizu Min’ed Dalal adlı eseri bizler için hayli önemli bir örneklik teşkil eder. İnsan iddia ile kaimdir. İddia bir davayı peşinde getirir, davanın hak ve batıl olma ihtimali her daim mevcuttur. Tam burada zanlara uyan bir akıl değil imanı ile nebevi metodu rehber edinmiş akıl insana doğru, hak olan davanın eri olmasında yardımcı olur. Aklın tek bir doğruya ulaşamaması gibi yine miyarı vahiy olmayan fikrin kaynağının akıl olduğu meselesi de hayli şüphelidir. İnsan düşündüğü şeyin kendi arzu ve hevasının bir ürünü mü olduğunu yoksa doğru bir akıl yürütmenin sonucu mu olduğunu nebevi yolu kendisine rehber edinmediği sürece kestiremez. Bu sebeple Çekmegil Hoca’nın cümleleri ile “aklı muhatap eden vahiy; vahyi miyar edinen akıl insanlığın haysiyetini koruyabilir, korumuştur ve korumaktadır.”
İman kavramını açıkladıktan sonra Çekmegil Hoca bir sonraki bölümde bu seferde insanların iman ölçüsünde kaç kısma ayrıldıklarını ve bu her bir kısımdaki insanların hangi vasıfları haiz olduklarını anlatıyor. Tarih boyunca insan pek çok kişi tarafından farklı şekillerde sınıflandırılmaya tabi tutulmuş ise de en-nihaye Kuranî tasnif, mümin, kafir ve münafık şeklindedir. Temiz akıllarıyla hakka talip olan müminler Kuran’daki buyruklar doğrultusunda sıfatlandırabileceğimiz kişilerdir. Velev aile olsun velev diğer örnek alınacak kişiler olsun Müminler katında hiçbir şey inandıkları Allah ve Rasulü’nün sözlerinden daha sevimli ve doğru değildir.
İnsanoğlunun kafir kesimi ise kendilerine vahyin tebliği ulaşmış ve doğru yol gösterilmiş olsa da hakikat karşısında kör ve sağır olmak üzere inat edenlerdir. Gerçeği görmek istemez, umursamaz, hayatlarının herhangi bir alanında söz sahibi olmasını istemezler. Tam da bu sebeple “belhüm adal” diye Kuranî nitelemeye muhatap olurlar. Gerçeği işitip ona duyarsız kalan ve bu sebeple de beyinsizliklerine razı olanlar. Diğer bir üçüncü sınıf ise münafıklardır. Hayat ölçüleri ve tek dikkat esasları çıkarlarıdır. Dünyalıklarına hizmet edecek her türlü menfaat bu tür insanların davranışlarında temel belirleyici hükmündedir. Çekmegil Hoca’nın tabiriyle “sekülerist çıkarları için bukalemun gibi her renge giren makyevelist kimselerdir”. Bunları bilip tanımak hususunda hüküm ise Allah’ındır. Biz değil, münafık olanı Allah Teala bilir.
İşte iman mesajı ve ilahi tebliğ karşısında insanoğlunun tasnifi bu üç şekilde cereyan eder. İlahi olanı işittiğinde iman eden ve onu hayatının miyarı kılan, her şeye önceleyen müminler; doğru olanı işitip kendisine doğru yol gösterilmesine rağmen küfründe sabit olan kafirler ve bir inançtan ziyade çıkar güden ve her şekle girmeye müsait olan münafıklar.
Kişi imanın mahiyetini bilip kendini mümin kıldıktan sonra bir diğer en önemli mesele ise kendi ruznamesidir. Müslüman kendi gündemini belirleyen, imanının doğal sonucu olan önceliklerini gözeten ve bunlar hususunda taviz vermeyen kişidir. Dış dünyanın onu nasıl yorumladığı yahut damgaladığı Müslüman kişi için önemsizdir. O yine inandığı dine göre gündemi belirleyecek, “yarın kıyamet kopacak olsa dahi elinde bir hayırlı işle meşgulse onu bırakmayacaktır.” Her ömür sınırlılık ile kaimdir ve bu sınırı ancak Allah Teala bilir. Bu meyanda bu ömrün bir sınırı olduğu bilinci her daim korunmalı ve mümin kişi mükellef olduğu vazifelerini öncelemelidir. Seküler dünyanın ona biçtiği gündemin kendi dini dairesinin önceliklerine zeval getirmeyeceği bir hayatı inşa etmelidir. Şu dünyada tek bir mümin yaşıyor olsa dahi onun gündemi ve yapacağı işi bellidir. O her daim karda olandır. Ona bir hayır dokunduğunda şükrederek sevaba nail olur, musibet denk ettiğinde ise sabrederek yine sevaba nail olur. Bu iki çizgi ekseninde kendi gündemini belirlediği müddetçe Müslüman kurtuluş yolunda ilerler. “Ne mutlu ruznamelerini İslamlaştıranlara.”
Müslümanın dini biriciktir ve tek doğru olduğu gibi yine doğruya götürecek tek yoldur. Bu sebeple Müminin Marksizm gibi Kapitalizm gibi Hakk’ı eksilten ve yanlış yorumlayan ideolojilere tamah etmesi düşünülemez. İslam bu tip ideolojilerle bir uzlaşı arayışında da değildir. Bu ideolojilerin hikmet olarak sundukları, getirdikleri zarar ile yok hükmündedir. Benzer şekilde İslam’ın diğer muharref dinlerle bir görülmesi, onlar ile eşit ve denk seviyede değerlendirilmesi de bir o kadar yanlıştır. Bu sebeple diyalog adı altında diğer din mensuplarına da Hak dinin inananları gibi muamele etmek hayli yanlıştır. Allah katında din tektir, Âdem peygamberden beridir her Nebi aynı dini, İslam dinini insanlara tebliğ etmiştir ve bu dine inananlar her çağda Müslüman olarak isimlendirilmişlerdir.
Çekmegil Hoca kitabın giriş bölümlerinde tesis ettiği bu zemin sonrasında hak yolun yolcularına diğer pek çok uyarı ve tembihte bulunmaktadır. Modernitenin getirdiği cesaret ile akla izansız bir alan açan ve bu sebeple batıl fikirlerle boğuşanlar bu uyarıdan nasibini alır. Benzer şekilde Sünnet inancı eserin temel dinamiklerinden birisidir. Müminin kurtuluşu ancak Kuran ve onun en doğru anlaşılması anlamına gelen Sünnet ile mümkündür. Efendimizin sünneti olmasaydı bugün inandığımız dinin muhtevasına dair pek çok şeyden eksik kalacağımız önümüzde duran bir gerçekliktir. Bu sebeple kurtuluş ancak ve ancak Kuran’ı Sünnetin gösterdiği ve izah ettiği şekilde anlamaktan geçmektedir.
Kitabın ikinci kısmında yer alan konferans deşifreleri bilhassa bu Sünnet bahsi ve Hak dinin çoğaltılmasına müsaade etmeyen diyalog karşıtı fikirlerin teatisi ile örülüdür. Bunların haricinde kitabın (her ne kadar ayrılmamışsa da farklı bir bölüm arz eden) son kısmını Said Çekmegil Hoca hakkında birebir şahitlikler ve hakkında değerlendirme yazıları oluşturur. Kitabın bir sonraki basımında bu bölümün daha düzenli ve dikkatli bir şekilde hazırlanması, konu başlıklarının daha iyi tertip edilmesi ve belki kitabın baş kısmına koyulması Said Çekmegil Hoca ile ilk kez tanışacak okur için hayli müfîd olacaktır.
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?