Elif Çelik tarafından

Tarih: Mart 2021

 

Çekmegil’in İman Anlayışı Üzerine Bir Eleştiri

            Bu yazı, Said Çekmegil’in “İman Anlayışımız” adlı eserinin gayet güçlü fikirler sunmasına rağmen biçim ve yorumlama açısından niçin zayıf kaldığı üzerine naçiz bir incelemedir. Yılların emeği ve araştırmasıyla yazılmış bir esere, zeminsiz ve fazlasıyla taraflı yorumların karışması ne  de üzücüdür! İlerleyen satırlarda kitabın ufak bir tanıtımı yapıp, sonrasında güçlü ve zayıf bulduğum yanlarını elimden geldiğince belirteceğim.

            İman kavramı üzerine kapsamlı bir inceleme olacağı umulan kitap bu mevzu üzerinde iki-üç bölümden ziyade durmayıp, dolaylı olarak bağlantılı sayılabilecek birçok farklı meseleye yer veriyor. İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde imandan yola çıkılıp sonrasında modernite, sünnet, hak-batıl tartışması, hoşgörü, farklılaşma gibi muhtelif konulara değinilmiş. İkinci bölümde ise Çekmegil’in çok güzel bir sempozyum konuşmasına, birkaç röportajına ve birkaç değerli isim tarafından hakkında yazılanlara yer verilmiş. Üslup açısından kitabın bütününde iki genel tavra rastlıyoruz; Çekmegil ya açıklıyor ya da eleştiriyor. Eserin ana mevzusu nedir, bunu saptamak zor; fakat ele alınan her konuyu yazarın bakış açısından iman problemiyle bağdaştırabilirsek, eserin amacının, yozlaşmış bir iman anlayışını çökertmek ve yerine sahih bir anlayış sunmak olduğu söylenebilir.

            Öncelikle şu soruyu soralım; eserin bağlamı kendi içerisinde tutarlı ve tamamlayıcı mı? Her ne kadar birçok farklı mevzuya değinilmişse de asıl halledilmesi gereken iman meselesi üzerine getirilen açıklamalar tatmin edici. İmanın muhtevası, gerekliliği, ve nasıllığı üzerine fikirler doyurucu kaynaklarla sunulmuş. Elbette yazarın bakış açısı belli ve bu yüzden kaynaklar doğal olarak Kur’an ve sünnettir. Bununla birlikte, yazarın “hak iman” olarak tanımladığının neden hak ve diğerlerinin neden batıl olduğuna dair yapılan açıklamaları yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Aslında birçok önermenin açıklaması yapılmadan bırakılmış, örneklere bakalım:

          “Din denilince insanın aklına elbette ki ilahi din gelmektedir.”[1]

          “Bugün yeryüzünde İslâm’a model olabilecek güçlü bir idare görülemiyor.”[2]

“Yaratıcı, yarattıklarının bu güçte olmadıklarını bildiği için doğruları ancak, mütevatiren gelip, muhkem olarak telakki edilen vahyi verilerde bulabiliriz. Kısır beyinli septik felsefeciler anlamasalar da bu hakikat değişmez.”[3]

Bunlar gibi daha birçok ifadede de görülür ki, Çekmegil bazı ön kabullerine getirilecek bütün karşı tezlere cevap vermeyi çoktan reddetmiştir, onlara bir açıklama yapmaya gerek görmez. Bu tür durumlarda ya ikna ya da hakaret etmeyi tercih ettiğini görüyoruz üzülerek de olsa…

            İlginçtir ki, eser boyunca bazı meseleler akıl ve kıyas yoluyla açıklansa bile, genelinde akılcılık hakir görüldüğünden olsa gerek, bazı meseleler üzerinde açıklamaya gerek bile duyulmamış; bu da fikirde ve bağlamda bir tutarsızlığa sebep olmuştur. Örneğin, “mesela değil”, örneğin; daha ilk sayfada yer alan şu cümle kitabın meselelere salt akılcı bir yaklaşımla ele alacağını gösterir gibidir:

“Yaratılmışları görerek, mevcudatın yaratıcısız olmayacağını düşünerek, mutlak bir yaratıcının var olacağını idrak edebilmek imanın ilk basamağını oluşturur.”

Sonrasında imanın tanımını yaparken de aynı tavır devam eder. Davanın hak veya batıl olmasından ziyade, davacının davadan eminliğidir iman[4]. Ancak birden bambaşka bir görüşle çıkar karşımıza; “İslam’sız iman, imansız İslam da olmaz” diyen Ebu Hanife’yi tasdikleyerek. Madem ki iman İslam’sız olmaz, imanın hakkı, batılı nasıl olsun? Bu önermelerden hangisi doğrudur, hangisi neye dayanarak söylenmiştir, düşünmek lazım. Bu çelişkiler eser boyunca görülür, akıl ve vahiy arasında olması gerektiği söylenen tam uzlaşma sağlanamamış gibidir sanki. Yine de Çekmegil büyük çoğunlukla “rasyonalistlerin şerrinden” korunmuş, asıl kaynak olarak vahiyden faydalanmış. Buna rağmen, öyle söylemleri de vardır ki kaynağı akıl mıdır, vahiy midir, salt önyargı mıdır; anlaması zor. Örneğin sürekli bağlamdan alakasız olarak araya sıkıştırılan “seküler kafalıların”, komünistlerin, kapitalistlerin yergisi neyden sâdır olur?  Mevzu-i bahsi iman olacak bir eserde sık sık karşımıza çıkan ideolojik yorumların vahiy bağlamında sunulmaya çalışılması ne kadar doğrudur? Bunların yanı sıra, felsefeye atfedilen sıfatlar öylesine hatalıdır ki, Çekmegil’in felsefe kaynaklarını sorgulatır insana. “Filozofinin şaşırttığı şaşkın akıl ile, önüne gelen, hoşuna giden nesnelere bağlı kalan zelil insan”[5] Platon’un iyi ideasına ulaşmaya çalışan insan olabilir mi hiç? Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik”inde bahsettiği zorlu erdem yoluna giren insan bunu keyfinden yapıyor olabilir mi? Kant’ın ödev ahlakına sahip insan her hoşuna gidene bağlanabilir mi? Velhasılı kelam, bu ve bu takım başka birçok ifade eserde daha tarafsız bir yaklaşımla ele alınan mevzulara da güvenmeyi zorlaştırıyor. Gerek bazı ideolojilere gerek de felsefi düşünce okullarına yaptığı -ne yazık ki- hakaret nitelikli söylemleri için Çekmegil hiçbir dayanak ya aramamış, veyahut da arayıp buldukları varsa da okuyucuya göstermemiştir.

            Kitapta birçok mevzuya değinildiğini söylemiştik. Buna rağmen iletilmek istenen mesajlar sarih bir dille iletilip okuyucunun beyninde tanımlar üzerinde soru işaretleri bırakmamış. Çekmegil okuyucuyu kimi zaman esas fikre ulaştırana kadar dolambaçlı yollardan geçirse de, en nihayetinde mesajını bedahetle veriyor. Kullandığı dil, günümüz okuyucusu için belki biraz anlaşılmaz olabilir -ki bu da bizim eksiğimizdir- fakat kendi dönemi için gayet açık olduğu belli. Anlamı bulandıracak tumturaklı laflara yer vermekten ziyade fikrini, tabiri caizse, tam on ikiden nakletmekle ilgilenmiş yazar.

            Yazarın kaynağı Kur’an ve sünnettir, dedik. İtikadi meseleler hiç Kur’an’dan uzaklaşmadan verilmiş; hatta öyle çok ayetten alıntı var ki, ideolojik yorumlarından arındırılsa bir nevi tefsir çalışması da olabilirmiş “İman Anlayışımız”. Bunun sebebi herhalde iman meselesine sahih din anlayışıyla yaklaşılmasıdır, bu konudaki söylemlerinin altının ne kadar dolu gösterdiğinden tatmin edici bir yaklaşımdır da… Fakat bazen öyle bir hal alıyor ki, Çekmegil’in kendi cümlelerini seçip çıkarmak zorlaşıyor aradan.

            Eserin en önemli meziyeti bence gerek döneminde, gerekse şimdi koruduğu özgün ve tavizsiz duruşudur. Şahsım adıma, bu konuda yazılanlar hakkında pek bilgim olmasa da, Çekmegil’in sunduğu bakış açısının orijinal olduğuna inanıyorum. Zannediyorum ki yorumlamadaki kusurlar ya dediğim gibi fazla taraflılıktan ya da özgün bir fikir ortaya koymanın zorluklarından kaynaklanıyor. Kendisinden önce yaygın olarak denk gelmediği bir görüşü öne sürüyorsa, tutarlı ve sistemli bir düşünceler bütünü oluşturmak muhakkak zor olmuştur.

            Son olarak, fikirlerimizi toparlarsak gördük ki eser boyunca öne çıkan iki tutum var. Olumlu olan kaynağına bağlılıktır ve kaynağından yola çıkarak ele aldığı konulardaki tutarlılık ve doğruluktur. Bu tutum kendisiyle aynı kaynağa bağlı okuyucular için özellikle faydalıdır ki sahih bilgidir, sahih olanın açığa kavuşturulmasıdır. Olumsuz olan ise -fikrimce, gereğinden fazla- taraflılıktır ki bu da vahiyle açıklamadığı bazı konularda hem tutarsızlığa hem de okuması nahoş bir dile yol açmıştır. Bu iki tutumdan hangisine denk geldiğinize göre çok kibar bir üslupla da karşılaşabilirsiniz, kendinizi bir kavganın içinde de bulabilirsiniz. Okuyucu olarak bizim görevimiz, iki tutuma da aynı eleştirellikle yaklaşmak; iki tutumdan da ne alabileceğimiz varsa almaktır.

 

[1] sf. 72

[2] sf. 42

[3] sf. 77

[4] sf. 25

[5] sf. 48

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz