Ahmet Ergin tarafından

Değerlendiren: Ahmet Ergin

Tarih: Mart 2021

 

İMAN ANLAYIŞIMIZ

İman Anlayışımız’ serlevhasıyla okurun beğenisine sunulan bir telif eseri elinize aldığınızda, tabiatıyla öncelikle kimin iman anlayışını okuyacağınızı, dolayısıyla müellifi merak ediyorsunuz. Eserde, gerek yayına hazırlayanlar tarafından sunulan bilgiler gerekse eser sahibi M. Said Çekmegil’in kitaba almayı uygun gördüğü yazı ve mülakatlar sayesinde bu hususta birçok ipucu yakalamak mümkün.

Yakın dostu Yavuz Bülent Bakiler tarafından Define Arayan Adam olarak tavsif edilen Çekmegil, Anadolu’muzun münbit kalelerinden biri olan Malatya’da doğup büyümüş yetişmiş münevver bir isimdir. Aslında onun için ‘yetişmiş’ ifadesi biraz sorunlu bir ifadedir zira ilkokul sonrası formel bir eğitim almayan bir terzi olan Çekmegil, tabiri caizse kendi kendini yetiştirmiş bir şahsiyettir. İman Anlayışımız adlı bu eserinde gördüğümüz üzere Kur'ân-ı Kerîm’e fazlasıyla hâkim olan müellifin neredeyse her üç cümlesinden biri bir Kur'ân ayetine referans vermektedir. Küçük hacimli bir eserde bile yüzlerce farklı kaynağa referans veren Çekmegil’in aynı zamanda çok iyi bir okur olduğu anlaşılmaktadır. Dahası Çekmegil yalnızca Kuran ayetlerine, hadis kitaplarına ve İslam dininin temel eserlerine değil, çok sayıda Batılı ilim adamı ve müsteşriklerine de referans verebilecek kadar çok yönlü bir isimdir.[1]

Esere dönecek olursak; aslında kitabın başlığının bir miktar yanıltıcı olduğunu ifade etmeliyim. Başlığı görünce baştan sona Çekmegil’in kendisinin ve/veya kendisini ait hissettiği topluluğun iman anlayışını çeşitli başlıklar halinde izah edeceği bir eser olduğunu düşünmüştüm. Fakat kitabı okudukça eserin Çekmegil’in yazın serüveni boyunca çeşitli mecralarda yazdığı makalelerden, verdiği mülakatlardan, katıldığı toplantılarda yaptığı sunumlardan çıkan metinlerden bu başlık altına uygun olduğunu düşündüklerini seçerek oluşturduğu bir seçkiler manzumesi olduğunu gördüm.

Çekmegil bu eserde, en temelden alarak imanî meseleleri neredeyse küçük bir çocuğun dahi anlayabileceği bir yalınlıkta izah etmeye girişiyor. İmanın inanç, ikrar ve amelden müteşekkil olduğu vurgusunu yapan Çekmegil, müstakil makalelerinde incelediği büyük küçük birçok hususu iman ölçüsüne (miyarına) vurarak ilerliyor: Miyarı vahiy, örneği nebi bulunmayan insan neyin düşünce(fikir), neyin arzu olduğunu temyiz edemez.

Eserdeki makalelerin, cümlelerin çoğu henüz ben bu dünyaya dahi gelmemişken yazılmış olsa dahi, ben istifade edebilmek için okuduğum her şeyi içinde yaşadığım zamana, bugüne nasıl teşmil edebilirim düşüncesiyle okumaya gayret ettim. Esasında Çekmegil de öyle. Daha önce kimsenin söylemediği, karmaşık yahut büyük cümleler kurmaktan ziyade, en basit haliyle iman anlayışını açıklayan net cümleler kuruyordu zaten. Mesela bugün ellere oyuncak dillere meze olarak içi iyice boşalan ‘dava’ kavramını yine iman miyarına vuruyor Çekmegil: Kişinin davasının doğruluğundan emin olmasının tek kelimelik vasfı imandır.

Uzun yıllar ‘halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman’ olduğu iddia edildikten sonra artık kimsenin bu orana itibar etmediği bir dönemin Türkiye’sinde yaşayan ve her Allah’ın günü yaşadığı ülkenin İslami vasfını sorgulayan bir genç olarak, Çekmegil’in şu satırlarda yıllar öncesinden bana seslendiğini düşünmekten kendimi alamadım:

Mümin kendi durumunu iyi kavramakla mükelleftir; yaşadığı coğrafya Mekke dönemine mi yoksa Medine dönemine mi benziyor? Kendi gücü neye yetiyor, neye yetmiyor? Müslüman bu hususları ölçüleriyle iyi değerlendirmekle gününü, gündemini ferasetiyle kendisi tayin ve tespit edecektir.

Müslümanın içinde bulunduğu şartları kendisinin değerlendirmesi gerektiğini ifade ederek Allah Resul’ünün de ‘Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar.’ diyerek önemine işaret ettiği ferasete vurgu yapan Çekmegil; bana göre önemli bir feraset örneği sergileyerek, henüz Türkiye Müslümanlarının kahir ekseriyetinin tavır almakta zorlandığı bir dönemde, bugünün FETÖ’sü o günün ise diyalogcularına ve onların sinsi Abant Toplantıları’ndan neşet eden tehlikeli fikirlere karşı akıl sahipleri için fazlasıyla net ve vazıh cümlelerle bayrak açmıştır:

Hakkın hak dinine sahip olanlar hiçbir senteze tenezzül etmezler; hiçbir beşerin seküler diniyle koalisyona razı olmazlar… O halde üç büyük din değil, bir tek büyük din vardır.

Ne yazık ki bugün zehirli meyveleri toplanmaya başlanan, İslam’ı birilerine ‘hoş’ gösterebilmek adına girişilen o zaman için nevzuhur sayılabilecek girişimlere karşı Çekmegil, ‘Allah’ın hoş görmediğini bir Müslüman hoş görebilir mi?’ gibi gayet basit retorik bir soruyla mukabele etmektedir. İslam’ın aslında ‘tehlikesiz’ bir din olduğunu pazarlayabilmek adına atılan taklalara karşı Çekmegil’in satırları bana İsmet Özel’in meşhur ‘Müslümanlar teröristtir’ çıkışından mülhem ‘Müslüman tehlike oluşturandır’ cümlesini kurdurmuştur.

Yukarıda diyalogçular örneğinde gördüğümüz üzere, eserde önce iman anlayışımızın temelleri izah edildikten sonra, ilerleyen başlıklarda aslında Çekmegil’in reddiyelerinin başladığını görüyoruz. Peygamberimiz tarafından konulan “Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi sonradan ortaya koyarsa, o reddedilir.”[2] düsturunca hareket eden müellif, diyalogcu müfsitler haricinde, döneminde filizlenmeye başladığını gözlemlediği reenkarnasyon ifsadına karşı da tenasühün dinimizde yeri olmadığını ifade ederek onu da reddetmiştir.

Son olarak, her ne kadar kitabın ana konularından biri olmasa da, çocukluğumdan beri her duyduğumda içimde bir rahatsızlık, zihnimde bir kararsızlık oluşturan, Hz. Ebubekir’e mal edilen ‘Cehennemde vücudum büyüsün tâ ehli imana yer kalmasın.’ rivayetini Çekmegil’in gayet makul ifadelerle reddetmesi hatta yerle yeksan etmesi benim için içime su serpen bir gelişme olmuştur. Artık bu rivayet bir yerde karşıma çıktığında gönül rahatlığıyla merhum Çekmegil’in bu eserdeki cümlelerinden de destek alarak itirazlarımı dile getirebileceğim.

---

Her ne kadar büyüklerimiz ‘zarfa değil mazrufa bakınız’ demiş olsa da ben naçizane zarfın da mühim olduğunu, zarftaki sıkıntının mazrufa gölge düşürebileceğine inananlardanım. Bu sebeple eseri baskıya hazırlayanlara -pek tabi ki teşekkürlerimin yanında- ufak bir eleştiri getirmek istiyorum. Müellif M. Said Çekmegil’in eserlerinin günümüzde hala değerini koruduğu düşünülerek ilk baskılarından yıllar sonra yeniden baskıya karar verilecek kadar önemsendiğini görüyoruz. Ve sunuş yazısında ifade edildiği üzere bu yeni baskı yapılmadan evvel de gözden geçirilmiş ve gerekli görülen düzeltmeler yapılmış. Fakat ben buna rağmen kitabı okurken bana göre ihmal edilemeyecek sayıda yazım yanlışı tespit ettim.[3] Bu konuda takıntılı sayılabilecek birisi olduğum için belki benim bu husustaki eleştirilerim dikkate alınmayabilir lakin insan değer verdiği bir eserin hatalardan mümkün mertebe azade olmasını arzular diye düşündüğüm için bu hususa dikkat çekmek istedim. Eğer arzu edilirse Çekmegil’in diğer eserlerini okurken tespit ettiğim bu hataları not edip sizlere iletebilirim. Böylece sonraki baskılarda bu hatalar düzeltilmiş olur. Eğer bu hatalar dönemin yayıncılık şartlarından kaynaklanan ve pek önemsenmeyen yeni baskılarda da merhum müellife saygıdan ötürü dokunulmadan bırakıldıysa en azından bunun da eserin girişinde belirtilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim.

 

 

[1] E.H. Carr’dan Ahmet Cevdet Paşa’ya, Francis Fukuyama’dan Oswald Spengler’a kadar çok geniş bir yelpaze

[2] (M4492 Müslim, Akdiye, 17; B2697 Buhârî, Sulh, 5)

[3] Örnek kabilinden: Bir yazının başında Erem Şentürk olan isim yazının sonunda Erdem Şentürk’e dönüşüyor.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz