Merve Kılıç tarafından

Değerlendiren: Merve Kılıç

Tarih: Haziran – 2021

İKTİSAT ANLAYIŞIMIZ

Evet, insanlar var oldu olalı dövüşmeleri ve barışmaları inançları uğrunda gerçekleşmiştir. Bu dövüş bazen avını paylaşmayan yırtıcı yabanilerdeki gibi olmamış değildir. Ancak değil malını mülkünü canını dahi inandığı ve bağlandığı bir fikir uğruna veren fert ve cemiyetler, tarihte ve bugün de dolu doludur. Bu görüşe karşı olan komünistler bile inanılmaya değer olmayan geri davaları için aç kalıyor, hapsoluyor, işkence görüyor, hatta canlarını dahi veriyorlar. Ebedi bir kazancı olmayanların bile, aptalca da olsa yer yer fedakârlıkları görülüp durur. Bu eza ve cefa tahammülü olsun düşündürmez mi ki, insanların çırpınışları iktisadiyatları için değil de inanışları uğrunadır.

(Yukarıda kitabın giriş bölümündeki yazarın cümlelerinden beğendiğim kısımları paylaştım.)

Mehmet Said Çekmegil’ in, İktisat Anlayışımız kitabı üç kısımdan oluşuyor. Yazar bu üç kısımda kalıp kavramlar ve soru başlıklarıyla bize İktisat ne demek içerdiği sebep sonuçlarla, günümüzdeki iktisat anlayışı, Allah’ın yüce kitabımız Kuran’ ı Kerimde bize iktisat içerisinde yapmamız gerekenleri anlatıyor. Ben de, yazarın kitaptaki önemli bulduğum görüşlerini, beğendiğim ifadelerini, altını çizdiğim cümlelerini bir arada topladım.

Batıda 16. asra doğru dinin şuursuz guruplar tarafından fena şekilde temsil edilişiyle insanları tatmin edemez halde görünüşü yeni yollar aranmasına sebep olmuştur. İşte bu hengâmede ‘Merkantilizm’ denilen yeni bir sistem belirmeye başlamıştır. 1487 ile 1519 seneleri arasında Afrika yolu ile Hindistan’a varılması, Amerika’nın keşfedilmesi ticarete yeni yeni zeminler hazırlar. Yeni keşifler ve oluşlar insanları şaşırtmış, hele İstanbul’un fethi Batıyı kötü kötü düşündürmeye sevk etmiştir. Bütün bu tesirlerle zaten bozulmuş olan Hristiyanlığa karşı insan zekâsının isyanı başlamış, teoloji dedikleri hangi mesele varsa şüpheyle bakılmış, bir nevi laikleşmeğe geçilmiş olduğu görülüyor. Devletin bir nevi müdahalesi olarak tanımlanan Merkantilizmin neticesinde 18. asrın durgunlaşan ekonomik gelişimine karşı reaksiyon olarak, iktisadi hayatın kendine has tabi kanunlarla cereyan ettiği fikrinden doğan yeni bir mektep meydana gelmiştir. Buna iktisatçılar Klasik Liberalizm diyorlar. Fransa’da Fizyokratlar, İngiltere’de Adam Smith ve benzerleri tarafından temsil edilen bu mektebe göre: İktisadi hayatın da doğal bir işleyiş tarzı olduğu, bu mekanizma serbest bırakılırsa, devlet müdahale etmezse hayırlı bir düzen kurulur görüşündedir. Mehmet Said Çekmegil, bunu böyle tespit eden batı hayranı ekonomistlerin meşhur İslam sosyoloğu sayılan İbni Haldun’un 6 asır evvel, devletin iktisadi sahaya el atmasını tespit ve tenkit edişinden habersiz olduklarını söyler. Daha sonrasında Çekmegil’in tabiriyle rastgelenin, rastgele konuştuğu fakat aslını esasını bilmediği bir moda cereyan eder. O da Materyalizmin en kötü evladı Sosyalizm’dir. Avrupa’da milattan evvel Yunanlı Eflatun’da, Asya’da altıncı asırda henüz adil hükümlerin bulunmadığı İran’da Şah Kavat zamanında bir iffetsizin şaha tatbik ettirdiği sistemler de aynen bugünkü Komünizm gibi ailede, malda, mülkte birlikteliği istiyorlardı. Yine Asya’nın uzak doğusunda; Çin’de on birinci asırda sosyalist bir idarenin denendiği, fakat başarılı olamadığı anlaşılıyor. Güney Amerika’da Peru’da 14. yüzyılda, her şeyi devletten bekleyen sakat bir kitlenin kendi halkına zorla boyun eğdirerek tatbik ettiği Sosyalizmin İspanyolların işgaline kadar devam etmiş olduğu kaydedilir. Memleketlerinin esareti pahasına bu zalim cereyanın etkisinden ancak bu şekilde kurtulabilen kavimler, insanlara büyük bir ibret olabilecek midir? Bir iktisat profesörünün ‘Sosyalizm tecrübeleri daima başarıyla neticelenmiştir’ dediği düşünce bugün dillerden düşmemektedir der Çekmegil ve ekler: Ancak Afrika gibi geri kalmış bir ülkede denenmek istenmesi, bu fikrin karşısında olanların artık uyanmasını icap ettirir.

Çekmegil diyor ki, bugün aşırı solcuların karşısına dikilmekte Batı âlemi dedikleri blok, samimi, şuurlu ve azimli midir? Öyleyse müminlere zemin hazırlasınlar. Hiç yoksa üniversitelerinde ferdin ve cemiyetin haysiyetini bir arada koruyan ve doktrin denilen düşüncelerin haklı taraflarını zaten muhtevi bulunan, insanı hayvanlardan ayrı bir varlık olarak tanıyan İslamiyet’ i okutsunlar. Bir de bu yolu denesinler. O zaman göreceklerdir ki, sadece komünizm değil biçare 20. Asır insanlığını rahatsız eden bütün ‘-izm’ler güneş karşısında kar gibi erimiş gitmiştir. 

Altını çizdiğim bir cümle: Evet düşünen insan için dünya cehennem haline gelmektedir. Bir yanda insanın en aziz varlığı olduğu iddia edilen düşünce hürriyetini çiğneyen ve âdemoğullarını herhangi bir yaratık gibi görerek onların yemesi, içmesi, yatmasından başka bir şeyi ile ilgilenmeyen ve başkasının da ilgilenmesini hıyanet olarak anlayan bir rejim; öbür yanda nihilist bir dünya görüşü almış başını gidiyor. Çekmegil diyor ki, İslamiyet’ten yana pencerelerini açmadıkça Bernard Shaw’ın dediği fecaatin gelip çatması muhakkaktır.

Peki, kitabın başlığı olan İktisat ne demektir? İktisat, Said Çekmegil’in tanımıyla: insanların istifadesine tahsis edilen her türlü üretim kaynaklarını seçip istifade etmekte, ettirmekte; tüketimde ise nefsine ve herkese karşı cömertçe, fakat israfa düşmeden, yani harcamalarda adil olmak demektir, der. İslam doktrinini bir insan vücuduna benzetirsek hukuku, ahlakı, ekonomiyi, politikayı onun elleri, kolları, gözleri, kulakları şeklinde görürüz. Onda baş, ancak imandır. Bir vücuttan elleri koparıp alırsanız, gözleri çıkarıp atarsanız, nasıl bir şeye yaramaz olursa, İslam’ın hukuk ve ahlak gibi lüzumlu bir unsuru olan iktisadi sistemini de ondan ayırırsanız bir fayda elde edemezsiniz; üstelik bünyeyi elsiz kolsuz bırakırsınız.

Bir sonraki soru, İslam’a bağlı iktisadi algı nasıldır? Osmanlılardan örnek verilirse, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey Çelebi’nin huzuruna çıkarılması ve bir Rum mimarın ellerini kestirdiği için koca Doğu Roma fatihinin ellerinin kesilmesine karar verilmesi meşhurdur. Ya Kanuni Sultan Süleyman’ın “Seni şeriata şikâyet ederim” diyen köylünün önünde ağlayışı? Diğer devlet memurlarının, vezirlerinin mahkeme huzuruna çıkardığı ve cezalandırdığı, İslam tarihinin şerefli sahifelerinde dolu doludur. İşte böylece görülür ki İslam dini içerisinde şeri hukuk adına ferdin hakları o kadar sağlam yaptırımlarla o kadar sigortalanmıştır ki, onu o cemiyette, hatta devlet reisi dahi çiğneyemez. Onun içindir ki, adil hükümlerle kararlar alacak yüksek hâkimleri, hiçbir ticaretle uğraşmayan, nüfuzlu ve iradeli kişiler arasında tercih eden ve dolgun maaşlara layık gören İslamiyet, en küçük farklı muamele karşısında redd-i hâkim talebine de halkına bir hukuki hak olarak tanıyor. 

İslam’a bağlı iktisadi yapı içerisinde zekâttan da bahseden Mehmet Said Çekmegil, zekât için Allah emrine bağlı bir devlet emri olarak tanımlar ve devamında zekât verebilmek gibi büyük bir ibadete yükselmek yine Allah’ın isteğidir. Dikkat edilirse kâinatın en büyük kitabında “Namaz kılınız, zekât veriniz” emri birçok yerde ve ekseriyetle geçer. Burada zekât verecek hale gelmenin, yani Müslümanların zengin olmalarını istemenin belirtileri nasıl  da açıktır. Burada zekât verecek hale geliniz emri görülmüyor mu? “Veren elin alan elden” üstün oluşu da dikkatten kaçırılamaz. Bir hadis-i şerifte “Güzel servetin güzel kulda bulunması ne güzel şeydir. Deniliyor ki, müminlerin zenginlik istememesinin güzel görünmeyeceğini anlatıyor. Helal yolda, kazanılıp zekatı verilen mal “Dilenilir halde bulunmaktan daha  hayırlıdır…”. S. Kutup’un “...Bazı kimselerin ihtiyaçlarından fazla, ellerinde mevcut aşırı maldan doğan içtimai rezaletlere gelince, bu aşırı servet onları ahlak ve şeref düşürücü şehvani davranışlara sevk eder.” sözü şükretmesini bilenler için değildir.

Çekmegil’in bir diğer bahsettiği konu israftır. İsrafla alakalı ise yazar: Biraz insaf ile düşünelim; bugün yeryüzündeki insanlar -yediden yetmişe kadar- durmadan çalıştıkları halde neden dünküler kadar olsun tatmin olamıyorlar? Bugün kazandığımızın kaçta kaçı hakiki ihtiyaçlarıma sarf ediliyor? Hayatın gayesini kaybetmiş çağımız insanları israfın, lüksün baskısı altında ezilip ezilip gitmiyorlar mı? Kaç insan, maddesinden vakit bulup, zaman ayırarak ruhunu, kalbini, kafasını dinleyebiliyor? Şu aydın denilenlere bakınız; diplomayı cebine yerleştirir yerleştirmez bir daha kitaplarına mecbur edilmeden bakabiliyor mu? İstese bile ailesinin lüks ihtiyaçlarından, israfından para ve zaman arttırabilir mi? İslam dünyasında israfın yeri olamaz. İslam olmayınca da bu belalardan kimse kurtulamaz.

Müslüman bir toplumun üyesidir. Hangi durumda olursa olsun problemlerini çözecek bir kulluğu bütün gücüyle yaşatmaya çalışmakla mükelleftir. Bunun için de yolu açıktır. Yaşadığı dünyada durumu sıralamak için fertse içtihad olan şûraya yöneltecektir. Birliğini kurmuş bir toplumdaysa kolektif bir içtihad olan şûraya yönelecektir. İçtihat; şûra ibadeti mümini kararsız/çaresiz kalmaktan koruyacaktır… 

Başka bir kısımda Çekmegil diyor ki: Sosyalistler, “İnsanları emeklerine göre dünya nimetlerine kavuşturacağız” derler, hâlbuki sosyalist dünyada da çok emek verdikleri halde az kazanan, az ekmekle çok nimet elde edenler vardır. Demir ve çelik fabrikasında ve cehennem gibi dökümhanede dünyanın en ağır işini yapan işçi, bir diplomatın emeksiz kazandığının onda birini bile kazanamaz. İnsanlara nasip olan erzakın farklı olması Allah’ın takdiridir ve bunun manası büyüktür; bu, dünyanın nizamı içindir. Allah, erzakı eşit dağıtsaydı ve insanların dereceleri bir olsaydı medeniyet olmazdı ve dünya harap olurdu. Çünkü kimsenin kimseye ihtiyacı kalmazdı. Dünya nizamı ise ihtiyaç üzerine kurulmuştur. Zengin fakire muhtaçtır, tâlim cahile muhtaçtır, doktor hastaya muhtaçtır, tacir hamala muhtaçtır. Kişiye muhtaç olmayan kişi yoktur. İnsanların eşitliği ancak haklar bakımındandır, üstünlük ise yalnız iyi ahlak, ilim, iman, ibadet bakımından olabilir. İyi ahlaklı ve faziletli bir -ümmi- fakir, ahlaksız bir âlimden üstündür.

Son olarak Çekmegil diyor ki: evet bütün müesseseleriyle bu ortamı meydana getiren bir nizamda, hangi sefalet, hangi yoksulluk, hangi adaletsizlik görülebilir? İnsan bugün gücünün dışındaki Allah’ın sebeplere bağladığı doğal afetler belirmedikçe, onun iktisadiyatının tatbik edildiği cemiyetlerde, milli gelirin nasıl adil dağıtıldığı, emeğin nasıl değerli, ticaretin nasıl dürüst, arz ve talebin nasıl dengeli olduğu görülür ve değil milletlerin, fertlerin bile birbirlerini sömürmelerinin nasıl iğrenç olduğu anlaşılırdı.

Asrımızda başlayan, durulmasını temenni ettiğimiz bir düşünce çalkantısına şahit olunabiliyor.  Onun için burada bir hususa işaret etmek gereğini duyduk. İki asrı aşan bir vakittir İslâm âleminin düşünce mekanizmasını altüst etmeye yönelik, batı kaynaklı sekülarist bir felsefe geniş alanlarda at oynatıp duruyor. Zanlara dayalı bu batılı kültürler İslâm âlemindeki bazı elitlere de cazip gelmiş, dolayısıyla birtakım komplekslere düşürülmüştür. Gerçeklerden uzakta yaşayan aydınlara göre, "İslam çağdaş dünyanın problemlerine cevap veremiyor. Bu çağda müslümanlar da yaşamaya mecbur. O halde batılı formüllere muhtacız; yoksa ilerleyen dünyada yaya kalmaya mahkûmuz. Öyle ise dini kaldırıp atamıyorsak, onu dünyamızdan ayırmalı; sosyal yaşantılarımıza yön veren bir ekol olmaktan çıkarmalıyız" demeye getiriyorlar.  Bilhassa Fransız ihtilalinden sonra Batı öyle yapmıştı ya, kiliseyi yıkmamıştı, ama idari işlerine karıştırmamıştı. İşte onun için teknolojide ilerlemişti, iddiası yaygındı. İslâm dünyası da camileri kapatmasın, hacca da istedikleri kadar nisbi müsaadeler verilsin, mevlitler okunsun, kandillerde simit de satılsın fakat içtimai yapımızı tanzim edecek müeyyidelere karışmasın; Batıda olduğu gibi idareyi vahyî veriler değil, rasyonalist beyinler yönlendirsin. Hâkimiyet hakkın değil halkın olsun, gibi öneriler zihinlere yerleştirilmiş oldu.

 

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz