İktisat Anlayışımız kitabından
Fatih Aydın tarafından
Değerlendiren: Fatih Aydın
Tarih: Haziran – 2021
İKTİSAT ANLAYIŞIMIZ
Said Çekmegil’in İktisat Anlayışımız adlı kitabı İslam’ın mali mevzulara yaklaşımını ve iktisadı ilgilendiren mevcut ideolojilere dair pek çok konuya kapsamlı bir şekilde değinen ve böylece birçok soruya cevap veren oldukça önemli bir kitap konumundadır. Bir konferans metninden yola çıkan kitap üç ana kısma ayrılıyor. Bunun haricinde kitabın başında ve sonunda yer alan ek bölümlerde kitabın yayınladığı tarih ve sonraki yıllarda kitap özelinde yazılmış yazılardan bazı seçmeler yer alıyor. Bu kısımlar kitabın önemini ortaya çıkarmak açısından önemli olduğu gibi fikri ahvalleri gereği İslami çevrelere yabancı olan kişilerin de kitaptan ne gibi çıkarımlar yaptığını görmek adına kayda değer cümleler içeriyor.
Kitabın üç ana kısımdan oluştuğundan bahsetmiştik. Aşağıda detaylıca özet ve değerlendirmesini yapacağımız bu üç bölümün ilki yaşadığımız dünyada mevcut iktisadi fikirlerin tahlilini içeriyor. Bu bağlamda tarihsel dönemlendirmede ilk toplumlardan Roma dönemine, Orta Çağdan günümüz dünyasına kadar iktisadi fikrin gelişimi özetleniyor. Böylece okur İslam’ın iktisat anlayışından önce mevcut fikirler ile tanıştırılıyor ve bu ideolojilerin eksik ve batıl yönlerine dikkati çekiliyor. Takip eden ikinci bölümde ise Said abi İslam’ın iktisat anlayışını çeşitli başlıklar altında incelemeye koyuluyor. İslam’ın mali alandaki temel doktrinlerini ifade ederek onun nasıl diğer -izmlerden ayrıldığını gözler önüne seriyor. Akabinde iktisat anlayışımızın temel dinamiklerini oluşturan bazı kavramları ele alıyor. Örneğin zekat, faiz, israf ev mülkiyet gibi kavramlar üzerinden İslam’ın duru akidesine dikkat çekiliyor. Kitabın son kısmı ise bazı dokunulmaktan çekinilen konuları içeriyor. Batılın köleliğe yaklaşımı ile İslam’ın yaklaşımı arasındaki fark özetlemiyor. İslam’a yönelik muarız fikirlerde oldukça yer bulan cariyelik müessesi yine bu bölüm özelinde inceleniyor ve İslami açıdan bu kurumun ilkeleri açıklanıyor, tabi hali gözler önüne seriliyor.
Yaşadığımız dünyanın düzeni İmani olan nizamdan uzaklaştığı ölçüde kapitalist muhitleri besler hale gelmiş ve böylece zenginin daha zengin olduğu fakirin ise daha aciz duruma düştüğü bir düzen kurulmuştur. Yine İslam’ın sunduğu akideden uzaklaşan karanlık öte tarafta diğer bir yüzünü komünist bir maske altında göstermiş ve zenginliği ve kudreti putlaştırır derecede devlete hasrederek fakirin halinin daim olmasına sebebiyet vermiştir. İddia ettiğinin aksine zulmü durdurmak bir yana apayrı bir zulüm çarkı icat etmiştir. Hal böyle olunca müminlerin kendilerini bu problemlerden soyutlaması ve kenara çekilmesi düşünülemez. Aksine onlar, Said abinin dediği gibi “dünyanın düştüğü çıkmazlardan kurtulmak için yol bilmek ve çıkış noktalarını aramak zaruretindedirler.”
Müslüman için herhangi bir alanda Kuran’ın sunmuş olduğu esasları terk etmek ve beşerin icadı olacak alternatifler aramak muhal bir vakıadır. İslam temel bazı esaslar vazetmiştir ve bunlardan vaz geçmek mümkün değildir. Faiz örneğinde hareketle eğer bir kişi faizsiz bir mali düzenin imkansızlığından bahsediyorsa o aslında faizsiz bir kapitalist düzenin imkansızlığından bahsediyordur. Öte taraftan faize apaçık bir savaş açmış İslam’ın ve dolaysıyla bizleri bu emre muhatap kılan Yüce Allah’ın bizlerden imkansız bir şeyi istemeyeceği çok açıktır.
Said abi bu özeti meydana getiren tahlilinden sonra dünya tarihinde iktisadi görüşlerin gelişim ve çeşitlenmesine dair bir anlatı sunuyor. Roma devrinde adaleti gözetme anlamında parlak bir gelişim göstermeyen mali düzen Orta Çağ devrinde insanı tam bir meta olarak gören anlayışa evrilmiş ve vahşi doğanın insan ilişkilerinde işler hale geldiği bir sistem ihdas edilmiştir. Fakat tam da bu ve diğer karanlık evsafla anılan Ortaçağ’ın göbeğinde, Hicaz beldesinde İslam’ın mesajını insanlığa aktaran Efendimiz‘in tesis etmiş olduğu düzen insanlığa bir ilaç gibi geliyor ve Said abinin cümleleriyle “içtimai düzenin her bölümü; politika, ahlak, hukuk, ekonomi en esaslı yönleriyle zirveleşiyor.”
Kapitalizm’i tarif etmek için birçok tanım ortaya atılmışsa da bu ancak onun vahşi yönlerinin çokluğunu daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. Merhametsiz bir işleyişin daha büyük olmak adına müstekbirlere zayıfları ezme hakkını vermesinden ibarettir. Tam bunun karşısında konumlandığını iddia eden ve 1848 yılında Karl Marx ile F. Engels’in teorileştirdiği komünist ideoloji ise insanı yine zulümden kurtaramaz ve insanı hayvan ile eş tutan bir düzeni vücuda getirir. Sınıfsız bir dünya ile yerilmiş haset duygusunu kendisine rehber edinen bu fikrin mensupları mülkiyet hakkını yok sayarak herkesi bir tutmanın boş hayali peşindedirler. İslam ise bu iki batıldan beri şekilde ebedi dünyayı kendi düzeninin vazgeçilmez tanzim aracı olarak görür ve “bütün materyalist ideolojilerin topuna birden karşıdır. Yeryüzünde vahye müstenit olmayan ne kadar izm’li ekol varsa, hiç birinin Kur’an ilkeleriyle ilgisi yoktur; dolaysıyla Müslümanlıkla bağdaşmaz”
İktisat için lügavi mana itidal ile eşdeğer olsa da Said abinin de kullandığı üzere konumuz bağlamında daha çok “harcamalarda adil olmayı” tanımlayan bir kavramdır. İslam’ın hayatın hemen her safhasını düzenlediği düşünüldüğünde bir Müslüman’ın iktisat anlayışının dinden bağımsız bir şekilde olması düşünülemez. Ekonomi imandan ayrı bir cüz olmamakla birlikte ferdi ve içtimai adaletin tesisinde din eliyle düzenlenmiş önemli bir müessesedir. İslam’ın kısa sürede yayılım göstermesindeki temel faktörlerden birisi de ilk Müslümanların başta ekonomi olmak üzere hayatlarının hemen her alanını dinlerinden bağımsız görmemeleri idi. Çin’e kadar uzanan sınırlarda Müslüman tüccarların sergilediği yüksek ahlak ve İslam’ın biçimlendirdiği ekonomik düzen bu din ile karşılaşan herkesi etkileyen önemli unsurlardandı.
İslami nizamda esas olan kibir ve tembellikten uzak, her daim şükrü önceleyen bir tavır sergilemek esastır. Mülkü ne kadar çok olursa olsun bir Müslüman’ın kibre yenik düşmemesi gerekir. İmtihanı fakirlik olanın da tedbirsizliğe düşmeden eksik hissetmeyeceği vakur bir tavrı izlemesi gerekmektedir. Ve bu her iki uç için de öncelikli olan sahip olduklarının şükrünü layıkıyla eda edebilmektir. Bir Müslümanın rızık endişesinden beri olması onun iktisadi anlayışının temelini oluşturur. Hayata bakışı bu cepheden şekillenir ve kuru kavgaların, endişelerin, sorgulamaların ve buhranların pençesinden bu şekilde kurtulmayı başarır. Helal olanı gözetlemek rızık bilinci kadar önemlidir. Rızkının Allah’ın garantisinde olduğunu bilen kul aynı zamanda harama tevessül etmeyerek bu güvenini katlar ve ihtiyacı olan nimeti ancak helal yollardan elde etmenin yolunu gözler.
İslami iktisat anlayışının işleyişinde cemiyet ve ferdin üzerine düşen roller diğer pek çok alanda olduğu gibi birbirini besleyici niteliktedir. Cemiyetin varlığıyla güdülen ana gaye “ferdin, ebedi saadeti için yaptığı çalışmalarda, yardımcısı olmaktır”. Ferdin de üzerine düşen esas görev ebedi dünyanın varlığını unutup gaflete düşmeden bu dünyanın imtihanlarını bihakkın yerine getirmek için çaba göstermektir. İktisadi düzlemde bakıldığında ferdin üzerine düşen vazifeler işte zekat gibi müminin mülkünden kardeşinin hakkını ayırması, faiz gibi zulüm araçlarının en büyüklerinden olan lanetli bir işlemden kaçınması, israf gibi akan dereden dahi suyu boşa harcamama tavrını sergilemesi gibi bütünü oluşturan parçalara dikkat etmesidir. Tüm bunlar batıl ideolojilerin iddia ettiği gibi sorumsuzca yahut mülke savaş açmak gibi fütursuzca değil aksine ilahi nizamın belirttiği ölçülerle Müslüman’dan iktisadi sahada beklenen ödevlerdir.
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?