Düşünceler Düşledim kitabından
İbrahim Burak Aydın tarafından
Değerlendiren: İbrahim Burak Aydın
Tarih: Aralık – 2021
DÜŞÜNCELER DÜŞLEDİM
Düşünmüyoruz, akıl etmiyoruz, bir davranışı yaparken İslam a uygun mu diye hareket etmiyoruz. Akıl rasyonalistler gibi putlaştırarak, her problemi çözer sanınca maddeci aptal, düşünmez ki, aklın da bir sınırı var. Evren ne içindir; biz ne içiniz? Vahiy siz bilinmez. Bütün bu olan ve olacaklara reçeteler yazmak aklın gücünü aşar. Böyle olduğu için, yaratıcı rahim tebliğleriyle akla ebedi saadetin yollarını göstermiştir. Akıl, aya gidecek, fezayı keşfedecek yolları da bulabilir. Lakin düşünmeye murat edilmemiştir. Bu halin sebebinin başlarında, refah ve rahat arkasında sürüklenişin dünyacı kıldığı kısır bir zihniyetin, fark ettirmeden Müslüman dünyasına egemen olmasında bulabiliriz.
Düşünmek Farzdır derler. İnsan vazifesinin ne olduğunu düşünmeden edebilir mi? Mümin bu farzı fıkhetmeden dinini yaşayabilir mi?
Evinde namazsız torunlarına ses etmeyen, fakat ikindinin sünnetini kılmadılar diye dışarıdaki musalli torunlarına etmediğini bırakmayan hacı hatun, alnı secde görmeyen damadına ‘bayram namazına neden gitmedin’ diye sızlanırken; beş vakit namazını kılmayan oğluna teravih kılmıyor diye serzenişte bulunması din gayretinden midir? Aklını güzel kullanmaya yanaşmayanın pislik içerisinde kalacağını Kur’an haber veriyor.
Düşüncenin ne büyük nimet olduğunu fıkhetmek ve bu izzetli nimeti bahşedene müteşekkire bir halde yaşamak insanın şerefidir. İnsan düşününce, Musa(a.s.)’ya kardeş ve arkadaş olan Harun (a.s) olur; düşünmeyince, kendisine bir imtihan sorusu olarak verilen mal ve mülkü, kendi zekasının ürünü sanan kapitalistler gibi kendi helakini sağlayan Karun olur.
Düşünmeyen kafasının kapısına kilit üstüne kilit vuran tefekkürsüzler gibi mukallit olur, düşünen insan yolunu seçmekte hürdür, muhakkik olur.
Pek çok batılı yazar, düşünür; İslam, Kur’an Hz. Muhammed hakkında birçok güzel şeyler söylemiştir. Peki bu pek çok batılının böylesine takdir kârlığını görünce alkışlamış olan doğulu ne yapmış?
Tolstoy, İslamiyet’i öğrenmek için günün hilafet merkezine mektup yazdığı halde cevap alamamışsa; Japon imparatoru Mikado, milletine İslamiyet’i öğretecek alimleri temin etmek için, dönemin hilafetine müracaat ettiği halde, koca İstanbul’da tebliğ ferasetini taşıyacak mütefekkir bir ilim ehlinin bulunmaması ne acı…
Yine Doğulu Tanzimat, Meşrutiyetle uğraşmış, çoğunlukla batıya, batıcıya zebun olmuş vaziyette. Akiflerin, Bediüzzamanların uyarıcı seslenişleri gürültülere kaynayıp gitmişti.
İşte önümüzde 21. Yüzyılda vahiyden haberi olmayan veya olup da umursamayan insanlar asrıdır, ya Hz. Musa’nın tebliğ ettiği İslamiyet’i beşerî bakışlarla karıştıran, ya Hz. İsa’ya vahyedilen İslam’ın yüce kitabı İncil verilerini beşerî görüşlerle alaşımlaştıran uzun süren bir hengâmeden gelip geçmişiz.
Bu imtihan aleminde insanlara kaybettiren bir husus, iyiliğin kötülükten ayrıt edilip seçilmemesidir. Bir insanı İslam’a çağırmanın yerine, septik felsefeye davet etmeyi; bir sarhoşun kadehine içki boşaltmayı, ayran yerine rakı ikram etmeyi; Mekke’ye değil de Roma’ya gitmeyi ve Allah’ın hoş görmediği halleri hoş görmeyi iyilik sanmak kadar acayip bir ölçüsüzlük var mıdır?
İyi niyet bilgiye, bilgi postulata, değerlendirme sıhhatli bir ölçüye dayanmıyorsa insanı dünyada mahcup, ukbada mahzun eder. Mesela adam ölçüsünün vahyi-i ilahi olduğunu söylerken, onu anlamaya çalışarak fakih olmaya çalışmasa kişioğlu saçmalayıp durur. Düşünmeden konuşur. Bu yüzden ölçü önemli kavramdır.
Birçok tarihçi, konuşmacı, yazarlardan sık sık duyduğumuz ve düşünülmeden birtakım sözler vardır. Mesela en güzel din İslam’dır diye. İslam’dan başka güzel din mi vardır ki Kur’an’da da buyuruyor ki “Allah katında hak din yalnız İslam’dır. Başka örnek verecek olursak “İslam’dan önce, İslam’dan sonra gibi kelimeler kullanılırlar genellikle tarihçiler. Düşünmeden ve dikkatsiz şekilde söylenen cümlelerdir bunlar.
Dini ihtiyaç olarak gören bir kısım tarihçiler vardır. Din insan için ihtiyaç değil, saadet vesilesidir. Tarihte dini kullanma yönlerine gidilmiş ki İslam öyle bir alet dini değildir. İslam insanoğlunun ebedi saadeti için çıkarılan ilk ve son bir davetiyedir.
Müminler kardeş değil miydi? Biz kardeşler neden yolumuz üzerinde araştırıcı değiliz de çoğunlukla mukallidine saplantılara avunup duruyoruz? En basit bir işimiz için bile bilgi edinmeye yönelirken, neden ebedi alemdeki saadetimizin nasıl kazanılacağını öğrenmeye gayret sarf etmiyoruz? Suçu radyo, televizyon ve sorumsuz mevkuteler gibi zaman katillerine yüklenmekle kurtuluşa ereceğimizi mi sanıyoruz? Rabbimiz milletimizin adını Müslüman koymuş fakat tarikatçı, şeriatçı, tasavvufçu gibi başka adlarla neden çağırılmaya razı olmuşuz? İşte bu gibi soruların cevaplarını cevaplamaya çalışırsak düşünmeye başlarız…
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?