Elif Çelik tarafından

Değerlendiren: Elif Çelik

Tarih: Kasım – 2021

BİLGİNİN GÜCÜ VE İSLAM’IN İLME BAKIŞ AÇISI

            Bilginin Gücü, ilim meselesini İslami bakış açısından kapsamlı bir şekilde ele alan bir eserdir. İlim kavramının dinle, insanla, akılla ve daha birçok kavramla ilişkisinin incelendiği eserde tarihi gerçeklikler büyük yer tutuyor. Bununla birlikte, ilim kavramının incelenmesinde büyük oranda  bir Doğu-Batı ayrımı yapılmış ve dünyada egemen olan bilgi anlayışı eleştirilmiştir.

            Dört bölümden oluşan kitabın ilk kısmında Batı medeniyetini merkeze alarak genel bir bilim tarihi anlatılmış. Yazarın yorumlarıyla bezeli bu tarihi anlatımın ana konusu bilim putunun zaman içerisinde Batıda nasıl yerleştiği ve dünyaya nasıl yayıldığıdır. Teknik bilimler ve sosyal bilimler arasındaki ayrımdan bahseden yazar, Batının sosyal bilimlerde geri kalmasına sebep olan tek yönlü bilim anlayışını eleştirir. Bilimin tek kaynağını akıl veya maddesel deney olarak görmenin sebep olacağı fikirsel kısırlığın Batıya verdiği zararları anlatır. İkinci kısma geçtiğimizde ise ilmin dinden ayrı değerlendirilmesinin Batı’daki Ortaçağ’dan kurtulma çabasının bir sonucu olduğu belirtildikten sonra İslam alemini odak noktasına alarak ayrı bir bilim tarihi anlatır. Burada çeşitli bilim dallarına İslam’ın bakış açısını veren yazar, bir sonraki bölümde de İslami usullere göre ilmin nasıl olması gerektiğini anlatır. Bu kısım ilim kavramının vasfının, metodunun, kaynağının İslam’a uygun bir şekilde tanımlanmasını ve tüm bunların örneklerle anlatımını içerir. Dördüncü bölüm ise kitabın kısa bir özeti niteliğinde.

            Öncelikle kitapta çokça yer eden tarih anlatımını ele alalım. Çekmegil bilim tarihini anlatırken medeniyetleri yalnızca Doğu ve Batı olarak ikiye ayırmış, bunların vasıflarını da Müslüman ve gayrimüslim olmakla kısıtlamıştır. Bu yüzden Ortaçağ denilen zaman diliminde Batı’nın geri kalmışlığını ve Doğu’nun ileriliğini anlatırken buna sebep olan tek etken olarak dinden bahsetmiş; bu medeniyetlerin coğrafi konumları, maddi imkanları vs gibi tarihi açıdan çok önemli etkenleri hesaba katmamıştır. Bununla birlikte, bilimin kökenini Batı’da gösteren egemen tarih anlayışına karşı çıkmış ve yüzyıllarca hakkı yenen Doğu medeniyetlerinin bilimini anlatarak önemli bir iş başarmıştır. Batı bilimlerinin kökeninin Doğu’dan geldiği söylemi günümüzde daha yaygınlaşmış olsa bile o dönemler için farklılık yaratan bir söylemdir. Yazar, gerek bu tarihi olguları anlatırken gerek de İslami fikirleri okuyucuya aktarırken çokça alıntıya başvurmuş, fikrimce bu da anlatımın akıcılığına halel getiriyor.

            Dini, bilimin önünde bir set olarak görenlere bir karşı tez olarak yazdığı kitabında Çekmegil, İslam’ın ilmi desteklediğini, yücelttiğini ve içerisinde barındırdığını kanıtlamayı amaçlar. Bunu yaparken Kur’an’dan ve sünnetten örnekler vererek belli başlı ilim dallarına İslam’ın bakış açısının ne olduğunu göstermiştir. Bu minvalde tıp, teknik, astronomi, tarih ve benzeri ilim dallarını incelemiş, fakat yer yer eleştirdiği felsefe ilminin İslam’da ne gibi bir yeri olduğundan bahsetmemiştir. İnanıyorum ki felsefi zaviyelerin İslam’daki yeri, veyahut da “İslam felsefesi” denilen kavram da bu eserde yer etmeliydi; felsefenin yalnızca taşlanmasının dışında…

            Kitabın en önemli özelliği, Batı tarafından geliştirilip tüm dünyaya hakim olan bilim anlayışına karşı çıkılmasıdır. Batıda yaygın olan tek yönlü ilim anlayışı, aslında eski medeniyetlerdeki kapsayıcı ilim anlayışının yok etmeye yüz tutmasına sebep olmuştur. Yalnızca maddeciliğin veya akılcılığın esas alınması birçok bilgiye ulaşmakta yetersizliklere yol açar. Halbuki İslam’a göre ilmin kaynağı olan üç unsur -akıl, beş duyu, ve haber-i sadık- daha kapsamlı bir bilgi alanı sunar. İlmin niteliğini “kesinlik” olarak belirten Çekmegil, vahyi de insanın ulaşabileceği en kesin bilgi olarak öne sürer. Vahiy ve sünnete dayanmadan, aklı ve diğer kaynakları seferber etmeden bilgiye ulaşılamaz. Bu anlayış, bilginin kaynağını tek bir yerde gören alışılagelmiş fikirlerden çok farklıdır.

            Bunlara ek olarak, son yüzyılımıza hakim olmuş söylemlerden birini daha çürütmektedir Çekmegil; din ve bilimin ayrı olduğu anlayışını… En öncelikli kaynak olarak aldığı Kur’an’dan kanıtlarla İslam’ın ilme önem vermekten ziyade, ilmin ta kendisi olduğunu belirtir. Batılı ilim adamlarının çoğunlukla belirttiğinin aksine; din, araştırmayı engelleyen, ilmi çalışmaları kısıtlayan bir mefhum değildir. Bunun Batıda böyle görülmesinin sebebi Ortaçağ’da maruz kaldıkları “tembel zihinli rahiplerdir” ancak. Gelgelelim ki, bir medeniyetin tarihi bütün dünyaya mal edilemeyeceği için, o medeniyetin din-ilim ayrılığını savunan önermeleri de tüm dünyaya mal edilemez. Bu yüzden Çekmegil’in savunduğu şudur ki, İslam medeniyetinde ilmin kaynağı hâlihazırda din iken, burada din ve ilim arasında bir zıtlık veyahut ayrılık söz konusu olamaz.

            Yazarın bu söylemlerini yaparken göze çarpan bir durum da şudur; Batı’nın oryantalizmine karşı Çekmegil oksidentalizm ile cevap verir. Doğu ve Batı medeniyetlerini adeta ve sadece birbirlerinin zıttı olmak sıfatıyla var eden Çekmegil, sınırları bile belli olmayan bu iki medeniyet arasında çok keskin farklar olduğuna kanaat getirmiş ve amansızca genellemeler yapmıştır. İslamın ilme bakış açısını verirken çok faydalı bilgiler veren ve bir öğretmen edasıyla yazan Çekmegil, İslam’ı Doğuyla, ötekileştirdiklerini de Batıyla bağdaştırıp buna göre karşılaştırmalar yapmaya başladığı zaman bu oksidentalist bakış açısına düşmüştür. Kitabı okurken görülür ki iki tarafın değerleri de tarafsızca incelenmemiş; Batı köksüz, basit, ve zalim lanse edilirken Doğu savunulmaya çalışılmıştır.

            Aslına bakılırsa Çekmegil’in de kitabın sonunda dediği gibi hepimizin üzerine düşen vazife bilginin mukaddes kaynağına yönelmek… Bunun içindir ki tarihin sayfalarında kalmış olayları ne övmek ne de yermek bugün yapacağımız faaliyetlere fayda sağlamıyor. Ali Şeriati’nin İnsanın Dört Zindanı eserinde bahsettiği “historizm” zindanından çıkıp, Çekmegil’in bu eserinde bahsettiği ilmi metotlara yönelmek gerekir. Kaçırılmaması gereken en önemli nokta, bu vazifenin herkesin üstüne olduğudur. İmam İbn Teymiyye’nin dediğine göre “Kur’an’dan ve Resulullah’tan başka İslam’a hüccet olarak kabul edilecek hiçbir şey/kimse olamayacağı”[1] için hiçbir alimin sözleri kat’i doğrular sayılmamalıdır. Ta o zamanlardan İbn Teymiyye’nin tavsiye ettiği, bugün de Çekmegil’in tekrar ettiği şey şudur; tüm Müslümanlar aklını ilim yolunda kullanmaya mecburdur çünkü dini sahih bir şekilde yaşamanın tek yolu budur. Kitabını sonlandırırken ilmin vasfı, kaynağı, metodu özet geçilerek toparlanmış; ve ilim ibadetinin tüm Müslümanların sorumluluğu olduğu vurgulanmıştır. Taklit hastalığının sonuçları bilindiğinden, şeyhlerin, hocaların peşinden koşmak yerine her Müslüman Kur’an ve sünnetten yola çıkarak kendi arayışını yapmayı bilmelidir; çünkü ilim farz-ı kifaye sayılan bir ibadet değildir.

[1] İmam İbn Teymiyye, Kulluk, İhya Yayınları.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz