Bilginin Gücü kitabından
Fatmanur Aydın tarafından
Değerlendiren: Fatmanur Aydın
Tarih: Kasım – 2021
BİLGİNİN GÜCÜ
İlim, İslam dininin hakikatlerini öğrenmek için dinin özünü, yani Kur'an'ı Kerim'i, Peygamber Efendimizin tüm hayatını, sözlerini, kısaca yaşayışını, tüm bunların günümüzün hukukuna kıyasını ve yine tüm bunların İslam alimlerince yapılmış icma, çoğunluk kararını öğrenmektir.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“…Allah, içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir…” (Mücâdele, 11)
İlim ve Kur’an yolunda gayret göstermek, insan nesline yapılabilecek en mühim hizmetlerden biridir. İnsanın dünyaya ait bedeni varlığını devam ettirebilmesi için maddî gıdalar nasıl zaruri ise, ebedî hayattaki saadetini sağlayacak olan ruhi ve manevi gıdalar da aynı şekilde zaruri ve elzemdir.
"İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı" diye buyurmuş bir arif. (Alıntı Hz. Ali’ye ait diye bilinse de kimse kanıt gösterememiş sanıyorum). Burada kastedilen ilim ne ola ki? Bir konu ya da bir şey hakkında bilgi sahibi olmakla ilim sahibi değil ancak malumat sahibi oluruz. Yukarıdaki hikmette bahsedilen ilim bu değildir. İnsanlar son yüzyılda pek çok şey hakkında pek çok malumat sahibi oldular ama ne var ki bir türlü ilim sahibi olmadıkları için dünya hiç olmadığı kadar karanlık bir devirden geçiyor. İslam'da en yüksek ilim Allah'ı bilmektir. Nokta olan ilim budur. Allah hakkında malumat sahibi olmak da bizi ilim sahibi yapmaz. Bu öyle bir ilimdir ki sadece iman ile elde edilebilir. İman bir nurdur. O nur ile karanlık dağılır ve eşyanın hakikati görünmeye başlar. Ama bundan önce bu ilmin ilk alâmeti, İlahi yakınlığın hissedilmesidir. Bu kelimelerle anlatılacak bir şey olmadığı gibi çok okumak çok bilmekle de alakalı değildir. İnsan sadece derunundaki iman nuruna yoğunlaşarak bu ilmi tahsil etmeye başlar. İman, bilginin ilk adımıdır. Yazarın eserde de vurguladığı gibi:
“Tabiattaki bazı kanunları bulmak, yaratılmışlar arasında en büyük yaratılmış olan insanı anlamayı ve onun cemiyetine ait içtimai (sosyal) müeyyideleri unutturuyorsa, durum, tek kanadı kırık kuşların acıklı durumuna benzer. Tek taraflı bir gelişmeyle dünyamız garip ucubeler diyarı olmak tan öteye geçmez olur; işte…”.
Günümüzde gelişmiş ülke deyince Avrupa ülkeleri ve Amerika başı çekmek üzere; Japonya, Rusya, Çin ilk sıralarda yer alıyor. Gelişimden kasıt sadece ekonomik anlamda olduğunu -ki ekonomik başarısı dünyayı kapitalist bir düzende yönetip, başka ülkelerin rızıklarını, dilini, dinini toprağını sömürmek ve asimile etmek, zorbalık yaparak hükmetmek- anlamak zor değil. Müslüman ülkelerin ise günümüzde gelişmemiş ülkeler kategorisinde yer alması geçmişte çeşitli alanlarda günümüze ışık tutmadıkları anlamına gelmiyor. İslam coğrafyasından çok büyük âlimler çıkmıştır. Kitapta bazıları geçse de ayrıntılı araştırınca şu bilgileri edindim:
Avrupa, Orta Çağda dünyayı tepsi gibi düz ve etrafı duvarlarla çevrili zannederken, Müslüman âlimler, ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü bulmuşlardır. Sincar Çölü'nde, meridyenin uzunluğunu ölçmüş ve -enteresan- bugünkü ile aynı bulmuşlardır. Nureddin Batruci, Endülüs Üniversitesi'nde astronomi profesörü iken, "El Hayat" kitabında, Galileo ve Kopernik gibi öncü sandığımız kişilere astronomi konusunda al da at dercesine pas vermiş, zikrolunanlara da sadece golü atmak kalmıştır. Endülüs İslam üniversitelerinde, o zamanın ileri gelenlerinin, hatta prenslerin, hatta bir papanın bile tahsil gördüğünü, Arapçanın bir ilim dili haline geldiğini biliyoruz. Bazı hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulanın İbni Sina olduğunu biliyoruz. Ebu Bekir Razi, o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur. Meşhur Müslüman hekimlerinin eserlerinin ders kitabı olarak, dünyanın çeşitli yerlerindeki üniversitelerinde okutulduğunu biliyoruz. Orta Çağda akıl hastalarına batıda ve İslam âleminde yapılan muamelelerin farklılığını biliyoruz. Battani’nin, en meşhur astronomi âlimlerinden olduğunu ve trigonometrinin de kâşifi olduğunu biliyoruz.
Ebu Reyhan El-Biruni, dünyanın döndüğünü ve yerçekimini Newton’dan asırlar evvel ispat etmiştir. Zaten bu âlimden "İslam" kisvesini çıkarırsanız, birçok dalda bütün dünyadaki fen ve ilmin tekamülünde en çok pay sahibi olan kişiyi görürsünüz. Ama ne yazık ki cüppeli, sakallı ve sarıklıdır, dünyanın en büyük âlimi olmak bu görünürdeki birine yakışmamaktadır!
Cabir bin Hayyan gibi bir dâhiyi anlatmaya herhalde gerek yok! Ebu’l-Vefa, trigonometride tanjant, kotanjant, sekant, kosekant’ı bulan matematikçidir ve yine ne yazık ki sakallı ve cübbelidir! Farabi, sesin fizik ilmindeki tarifini ilk yapan kişidir. Gıyaseddin Cemşid, matematiğe ilk defa ondalık kesir sistemini sokmak cüretindedir! İbni Cessar, 10 asır önce, evlerinde helâ ve banyo olmayan Avrupalılara inat, cüzzamlıları tedavi etmekle meşgul olmuştur! İbni Firnas, ilk uçan aracı yapıp uçmayı gerçekleştirmiştir. İbni Haldun'un tarih ve sosyolojideki öncülüğü herkesin malumudur. Abbas Vesim, verem mikrobunu Robert Koch’tan 150 sene önce keşfetmiştir. İbnü’n-Nefis, küçük kan dolaşımını bulan hekimdir. Piri Reis…ve daha niceleri… Ben araştırmaya koyulmadan bu kadarını bilmiyordum. Bildiğim isimler okulda gördüğüm öğretimin kazandırdığı Batılı insanlardan başkaları değildi… Fakat bunlar geçmişte kaldı, şimdi göster derseniz örnek bulmakta zorluk çekebilirim. İlk emri “Oku!” olan dinin teoride ve geçmişte böyle olması ama pratikte ve günümüzde şu anki durumunu açıklamaya maalesef yetmiyor.
Benim gelişmeden kastım sadece ekonomik boyutlu olamaz tıpkı malca zengin bir insanın varlıklı sayılması gibi. Çünkü asıl zenginlik ve varlık maddiyatla ölçülmez. Para, teknoloji ve bunların sundukları amaç değil araç olmalıdır. Rene Guenon’un dediği gibi:
“Tekniğin baskısı altında ezilen dünya, sadece bilim peşinde koştuğunu iddia ederken bile aslında bütün çabası endüstriyi ve makineyi geliştirmekten ibaret...Böylece insan maddeye hakim olup onu amaçlarına uygun bir kalıba dökmeye çalışırken kendisi onun kölesi haline geliverdi.Bunun nedeni de,sadece, bütün entelektüel tutkularını makineler bulup yapmakla sınırlaması değil,aynı zamanda kendisin de bir makine olup çıkmasıdır.”
Büyük buluşlar, keşifler, teknolojinin müthiş bir hızla ilerlemesi derken dünya ruhsuz evlatlarını köreltmeye devam ediyor. Böylece İsmet Özel’in şiirinde tasvirini yaptığı insan modeli çıkmış oluyor gün yüzüne:
“ama neler olup bittiğini hiçbir ayetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı
şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin”
Selam ve dua ile.
Yorumlar
Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?