Melike Can tarafından

Değerlendiren: Melike Can

Tarih: Kasım – 2021 

BİLGİNİN GÜCÜ

İlim, insan için var edilmiş büyük bir güçtür. İlmi ilk başta bilmek olarak açıklar. Neleri bilmemiz gerektiğini ve de neleri bilip neleri bilemeyeceğimizi ele alır.

“Tecrübe ve müşahede yoluyla sabahları güneşin doğacağını biliyor ama insanoğlu akşamları ne çeşit ve nasıl rüya göreceğini bilemiyor. Fiziği biliyor, ötesini bilemiyor.”

Batının tek yönlülüğünden şikâyet eder. Fizikî ilimlerde ilerlemiş olan batı, içtimai bilgiler yönünden çok zayıf kalmıştır. Maddeye çalıştığı, maddeyi incelediği kadar manayı anlamaya çalışmamaları büyük bir eksikliktir. Tek yönlü atılan bu adımlar tökezlemeye sebebiyet verir. İnsan, maddeyle alakalı tabii kanunları kesin olarak bilebilirken fıtri yönelişlerini ve ruhsal yapısını hiçbir zaman kesin olarak çözemez.

Kitabın ilerleyen kısımlarında yüzyılları ayrı bölümlerle ele alır. Bu yüzyıllarda yaşanan olumlu-olumsuz gelişme ve değişimlere dikkat çeker. Yirminci yüzyıla gelirken ilmin artık katı materyalizmden ibaret sayılmaya başlandığı hususundan bahseder. Bilim artık yalnızca teknikten ibarettir.

İnsanın yirminci yüzyılla birlikte teknolojinin kurbanı olduğundan söz eder. Teknolojiyi kullanan insan tipi değişime uğramıştır artık, teknolojinin yönettiği bir insan portresi oluşur. Teknolojinin hızlı gelişiminin tehlikesine de dikkat çeker.

Özetle kitabın ilk kısmında; fezayı, evrenin kanunlarını anlamaya çalışan insanın hâlâ kendi tabiatından habersiz olması bahsi vardır.

Din-ilim ayrılığını mecburiyet sayan saplantılı düşünceleri de eleştirir. İkisinin de hakkıyla öğrenildiğinde bir mesele kalmayacağını söyler. Bu ayrılığın İslam’ın gerçeklerinden habersiz olunması sebebiyle oluştuğunu açıklar. “Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür.”

İslâm’ın hiçbir ilmin karşısında olmadığını örnek ve dayanaklarıyla açıklar. Matematik, teknik, tıp, tarih, coğrafya, astronomi, sosyoloji gibi ilimleri ele alır bu açıklamayı yaparken. Emevi ve Abbasiler dönemine değinir. Müslümanların, zamanın şartlarına göre o dönemde ilmi yönden ne kadar ileride olduğundan bahseder. Osmanlı dönemini de bu konu içinde ele alır. Zira bu dönemde birçok ilim adamına ev sahipliği yapmış bir imparatorluk olduğu düşünülürse Müslümanların gerçekten de çağına göre ileri seviyede ilimle ilgilendiği ve bu yönde eserler inşa ettiği anlaşılır.

Müslüman kişinin bir özelliği de anlamak için ilim edinmek zorunda olduğu bilincine vakıf olmasıdır. İlim, dinle doğrudan ilişkilidir. İlim olmadan yapılan işlerin bir değeri olmadığı kanaatindedir. “Temel manasıyla mücerret ilmin, İslam’da tümüyle farz, farz-ı kifaye ve mubah olarak yüce bir yeri vardır.”

Müslüman için bir tespitin ilim olabilmesinin bazı şartları vardır: Bozulmamış beş duyu, akıl, doğru haberdir. Delilleriyle ispat edilmeyen hiçbir teori ve varsayım, ispat edilinceye kadar ilim olamaz.

İlerleyen bölümlerde İslam dünyasının taklit içinde olduğu ve bu nedenden dolayı hem içtimai hem de tabii bilgiler konusunda ilmi olmayı unuttuğunu söyler. İnsan eğer Müslümansa, o kişiye ilme yönelmek düştüğünü vurgular.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz