Ömer Muhsin tarafından

Değerlendiren: Ömer Muhsin

Tarih: Kasım – 2021

BİLGİNİN GÜCÜ

Said Çekmegil’in Bilginin Gücü isimli eseri alakalı konu başlıkları bir araya getirilerek dört kısma bölünmüş. Kitapta az veya çok birçok meseleye değinilmiş olması hasebiyle ben de değerlendirme yazımı dörde bölecek ve her kısmı kendi içerisinde değerlendirerek bir özet sunacağım. Zira bu şekilde kitabın bütüncül bir değerlendirmesini yapmak çok daha kolay olacaktır diye düşünüyorum.

  1. kısım: İlim

            Bu kısımda evvelemirde ilmin ne olduğu, insanın bilme faaliyetinin hangi süreçlerle gerçekleştiği ve bu sürecin zaman içindeki dönüşümünden bahseden Çekmegil insalık olarak bilme faaliyetimizin ihbari bir mahiyete sahip olduğunu inşai olmadığını çarpıcı bir üslupla dile getiriyor: “ne dersiniz, sizden evvel de iki kere iki dört etmez miydi?”[1] Batı’da zamanına göre hakim olan fikri söylemin putlaştırılmasına ve daha sonra da o hakim söylemin/putun yerini yeni söyleme devretmesine de değiniyor. 19. Asrın ve hatta 20. Asrın ilk çeyreğinin de putu pozitivizmdi. Tek hakikat pozitivizmin yeşil ışık yaktığı değerlerdi. Ancak bu bakış açıları tek yönlü olmaları ve hakikat araştırmasında madolyonun bir yüzünün hep ihmal edilmesi hasebiyle tek kanatlı kuş misali[2] daima noksandırlar. Çekmegil kişinin bireysel çalışması üzerinde yükselen teknik bilimlerle daha çoğul bir gayretin ürünü olan sosyal bilimler arasındaki ayrımları gösterdikten sonra bunların tarihine, hususen Batı’daki seyreden gelişimine değiniyor. Bu meyanda Çekmegil’in kullandığı bir metafordan bahsetmek lazımdır. Esasında tarihsel olarak temelde iki türlü ilmi yaklaşım mevcuttur; Batı’da gelişen ve yukarda da zikredildiği üzere madalyonun tek yüzünü ihmal ederek sadece bir yüzünü var sayan ilmi anlayış ile, ki buna tek kanatlı diyor, belki Doğu’nun temsil etmiş olduğu ve Efendimiz’in dünyayı teşrifi ve hakiki medeniyeti inşasıyla madalyonun her iki yüzünü de önemseyen ilmi yaklaşımdır ki buna da çift kanatlı diyor. Batılı bir yazarın bilim tarihi eserinden alıntılarla kısa bir bilim tarihinden bahsederek farklı coğrafyalarda farklı zaman dilimlerinde insanoğlunun bir kısmının bilme faaliyetini ne şekilde gerçekleştirdiğinden bahsediyor. Kuran’ın Aydınlattığı İlim başlığıyla İslam medeniyetinin inşasının başlarından itibaren ne büyükü bir hızla çok farklı coğrafyalarda ilmi faaliyetlerin aktörlüğünü Müslümanların yaptığını gene batılı yazarın kitabından örnekle dile getiriyor. Bugün belki hala eksik de olsa dile getirilen bir hususa Çekmegil bu sayfalarda kısaca dikkat çekmektedir. O husus, Batı merkezli tarih anlatısının dayattığı üzere ilmi ve kültürel tarih Batılılar tarafından oluşturulmadı. Aksine bugünkü Batının tarihsel süreç içerisinde ilmi ve kültürel manada beslendiği en büyük kaynaklar Müslümanların zaman içerisindeki çalışamalarıdır. Tarih kitaplarında her türlü disiplindeki buluşların Batılılar tarafından biz insanlığa armağan edildiği anlatısı bugün kabak tadı vermiş olsa da bu kitabın yazıldığı zamanlarda bu anlayış zihinlerde kemikleşmiş bir şekilde kendini muhafaza etmekteydi. Bu nedenle bu satırlar zamanı için hususen bir değer ifade etmektedir. Bu bölümde sair birçok eserden Müslümanların son iki yüz yıla gelesiye kadar tarih boyu ilmi faaliyetlerde öncülük ettikleri hakkında alıntılar yapmaktadır. Daha sonra gene klasik tarih anlatısında karşımıza çıkan tarihsel dönemlendirmelerden bahsetmektedir Çekmegil. Ortaçağ denilen ve Batı için karanlık bir dönem olan zaman diliminde Müslümanlar çok ciddi ilmi ve kültürel çalışmalar yürütmekteydi. Daha sonra 17. Yy’dan 20. Yy’a kadar geçen süreçte yaşana bilimsel gelişmelere kısaca değiniyor. Bu sayfalarda Çekmegilin bilim tarihine ıttılaının ne kadar geniş olduğunu görmek mümkün. Birçok ismi zikrediyor ve kısa da olsa ortaya koymuş olduğu yeniliği dile getiriyor. Ancak ne yapılırsa yapılsın sanki tarih tekerrür ediyor ve Batı madalyonun sadece tek bir yüzünü görmekten vaz geçmiyor ve tek kanatlı uçmaya çabalıyor.[3] Daha sonra bu bilim hikayesinin kötü biten sonuçlarına değiniyor, yani büyük ölümlere neden olan savaşlara. Sonraki birkaç sayfada bilim ve teknik arasındaki inanılmaz felsefi ayrıma işaret ediyor. Burası çok fazla ihmal edilen bir alan olduğu için hususen önemi haizdir. Rene Guenon’dan yapmış olduğu alıntı çok anlamlı: “tekniğin baskısı altında ezilen dünya, sadece bilim peşinde koştuğunu iddia ederken bile aslında bütün çabası endüstriyi ve makinayı geliştirmekten ibaret…[4] Bu bölümün sonunda Batılıların Düşünemediği’nden bahsediyor Çekmegil. Her ne kadar batılı manada yapılan bilim ile bugün insanoğlu dünyanın sınırlarını aşarak uzayı keşfeder olduysa da kendine de o kadar yabancılaştı, fezayı keşfeden insanoğlu kendini tanımakta çok cahil kaldı. İşte bunun da en temelinde madalyonun hep tek yüzünü var saymak vardır. Çekmegilin ifadesiyle, tek kanatlı olmak… 

  1. kısım: Din – İlim Ayrılığı Mı?

            Bu kısımda bugün de gündemimizde olan din-bilim ilişkisine temas edilmiş. Bilimin dinden tamamen ayrı alanlara hitap ettiğini iddia edenlere karşı bu tartışmada tahrif olunmuş dinlerin tarihsel tecrübelerinin dikkate alındığını dile getiriyor. Hristiyan din adamlarının zamanında bilime karşı takındıkları tavır kendi oluşturdukları bir yaklaşımdı ve din olarak addedildi. Çekmegil beşeri kanaatleri hak din zannetmenin tembellerin işi olduğunu[5] söylerken bir anlamda dailmi ciddiyete yakışıkalmayan toptancı bakış açısını da eleştirmiş oluyor. Yani esasında din algısı yanlış olduğunda din ile bilimi çatışır alanlar olarak görmek son derece kaçınılmaz bir netice olmuş oluyor zaten. Konuyu biraz daha hususileştirerek İslam’ın ilmi/bilimsel faaliyetlerin neresine karşı olduğunu soruyor Çekmegil. Cahilce bir tutumla İslam’ın da özü itibarıyla muharref dinlerdeki din adamlarının uygulamarına paralel olarak bilimin gelişmeesine mani olduğunu ima ve iddia edenlere karşı matematik, tıp, tarih, coğrafya ve astronomi gibi birtakım disiplinlerdeki gelişmeleri zikreder. Bu gelişmelerin Müslüman alimlerce ortaya konduğuna kısaca örneklerle temas eder. Daha sonra Müslümanların siyasi olarak ilme ne kadar kıymet verdiklerini ve gelişimini destediklerini Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılardan örnekler zikrederek ortaya koyuyor. Burada zikredilenler tadılmlık örnek kabilinden oldukça kısa ancak bir o kadar da okuyucuya tesiri olan örnekler.

  1. kısım: Müslümanlığın İlmiliği

Bu bölümde ise önceki bölümlerde eleştiride bulunduklarının yerine ne öneriyorsun sorusuna cevap olarak addedilebilecek noktalardan bahsediyor; İslam’ın ilme ne atfettiğini ve Müslümanların bunu nasıl karşılayıp tatbik ettiğini anlatıyor. Evvela İslam’ın ilim  tanımından sonra kişileri alakadar etmesi açısından ilimlerin tasnifinden bahsediyor. Kuran’ı kerimin Müslümanların ilmi kişiliklerini nasıl inşa ettiğini örnekleriyle ifade ediyor. Efendimiz’in hayatından da bazı örneklerle bu anlatımlarını besliyor ve ilim ile ubudiyet arasında harika bir köprü kurarak ilmin günün sonunda kişiyi alîm olana sevk edeceğinden bahsediyor. İlimdeki zaruri bilgi, tecrübi bilgi vb. bilgi seviyelerinden bahsetmesi de önemli, zira dinin merkezindeki mütevatir kavramı iyi anlaşılmadığı taktirde, ki bugün çok ihmal ediliyor, dinin getirdikleri bilgi değeri açısından hafife alınabilir. Halbuki tevatür, kendisiyle gelen bilgilerin “esatîrü’l evvelîn” olmadığının en güçlü delilidir. Daha sonra bu kitapta olmasını çok da beklemediğim bir meseleden bahsetmeye başlıyor Çekmegil: Müslümanın ilim yolundaki tutumları. Bilmiyorum sözünün ilim yolunda ne kadar kıymetli olduğundan bahseder ve cehalet mertebeleri arasında bilmemek en kötü cahillik olarak sayılmaz der. Çünkü daha kötüsü vardır, bilmediğini bilmemek.[6] Müslümanın bilme konusundaki sahip olması gerekn titizliğine de değinir. İlmin ehemmiyetinden de bahseder elbette. Zannediyorum bu bölüm 3. Kısmın başında zikredilse tertip açısından daha evla olurdu. Zira ilim niçin kıymetlidir sorusuna bir nebze cevap niteliği taşıyor bu bölüm. İlmin ehemmiyetinden bahsedince tabii olarak cahilliğin de ne kadar kaçınılması gereken bir şey olduğu gün yüzüne çıktı. Daha sonra islami ilimlerdeki bazı terimlerin hangi mantığa dayandığını anlatıyor. Burası konuyla çok alakası olmayan bir okur için gayet özet ve hap niteliğinde bilgiler içeriyor. Hususen, fıkhın zanniyat üzere mebni olduğunu ve ictihadın nasıl bir ameliye olduğunun beyanı çok kıymetli.[7] Daha sonra Batı’daki ilmi çalışmaların İslam dünyasında nazaran ne kadar da gecikmeli olarak meydana geldiğinden bahsediyor. Bunu yaparken de Batı’daki büyük isimleri örnek vermekte. Bilimin kendi içinde ürettiği söylemlerin zamanla nasıl acziyete dönüştüğünü de ifade etmektedir. Daha sonra belki de kitap boyu okuyucunun zihninde yürüttüğü bir kıyasa cevap vermektedir. O kıyas kitapta övülen İslam aleminin bugünkü hali ile kitapta yerilen Batı’nın bugünkü halidir. İlmi olarak İslam alemi bugün çok hastalıklı bir pozisyondadır. Peki neden? Burada da kısaca da olsa zikrettiği şey Müslümanların bir tarihten itibaren ilmi bir tavır olmayan taklitçiliği benimsemesi ve bundan sebep konfor alanlarından çıkarak meselelerle yüzleşememesidir. Yani sıkınıt İslam’la alakalı değil, Müslümanlarla alakalı. Daha sonra akıl-nakil zıtlaşır mı tartışmasına değinerek bu kısmı sonlandırıyor. Herhangi bir ilme haddizatında o ilim olduğu için İslam’ın karşı çıkması mümkün müdür, elbetteki hayır. Bütün ilimler Allah’ındır ve hepsi sarih bir akılla yaklaşıldığında tevhid içerisinde O’na sevk eder insanı. Vahyin karşı çıktığı şey akıl değildir, aksine akılsızlıktır. Zira sarih akıl sahih nakle kesinlikle ulaşır. Çünkü ikisi de Allah’tandır ve tevhid içerisinde bir bütündürler.

 

  1. kısım: İlmin Taşıdığı İzzet:

Hacim olarak küçük olan ama belki de kitabın en kıymetli bölümlerinden birisi burasıdır. İnsanoğlu olarak bizlerin hakikati aramak gibi bir vazifesi var ve bu vazife herkese düşen bir vazife. Bir kısmımız hakikati arasın bir kısmımız aramasa da olur diyebileceğimiz bir mesele değil bu. Ancak bunun için bir ciddiyet lazımdır ve tembellikten kurtulmak elzemdir. Taklit değil tahkiki benimsemeliyiz. Zira imkan olduğu halde taklide razı olmak suçtur.[8] Müslümanın en büyük avantajı bir insan olarak zaten asli vazifelerinden olan hakikat arayışında bulunmasını dinin ona emrediyor olmasıdır. Zaman zaman kendini içinde bulduğu atalet ve gafletten din onu çıkartır ve tekrardan insan olma yoluna koyar. O halde kişi Müslüman ise eğer, Çekmegil’in son cümlesinde belirttiği gibi, vakit kaybetmeden ilme ve hakiki ilmin kaynağına yönelmek zorundadır

[1] Syf,23.

[2] Syf,25.

[3] Syf, 61.

[4] Syf, 64.

[5] Syf, 72.

[6] Syf, 125.

[7] Syf, 145.

[8] Syf, 187.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz