Seher Çelik tarafından

Değerlendiren: Seher Çelik

Tarih: Kasım – 2021

BİLGİNİN GÜCÜ

Bilmek kelimesi o kadar kapsamlı ve geniş bir çerçeveye dahil bir kelime olup her alan her dalda yerini edindiğini görmekteyiz. İnsanoğlunun her zerresinde barınan ilim ve bilim insanın yaşaması için en temel ihtiyaçlardan biridir. Şu an bulunduğumuz çağ ve geçmiş çağlarda olmaz dediklerimiz ötesine vardığımızı bilmek ile ulaşmış bulunmaktayız. Sihir gibi görünen ve mantığımızın almadığı o kadar çok şeyin kölesi olduğumuzun elbette ki farkındayız. Bunlardan bir tanesi hocamızın da kitabında anlattığı gibi elektrik ve internet hepimizin olağan dışı şeyler barındırdığını biliyoruz. Biz aciz insanlar var olanın keşfi ile hem şaşkınlık hem de bilgelik taslamanın gururu ile yaşarken çoğu zaman bunları var edenin büyüklüğünü düşünemeyecek kadar düşüncesiz davranıyoruz. Her alanda olan mucizelerin asıl sahibini görmek için çaba harcamak yerine var olanı bulan ile ilgilenip onu putlaştırmaya kadar gidiyoruz. Kaldırılan köleliğin şekil ve mantığını değiştirerek farklı yollar ve yöntemlerde kullandığımızın belki de farkında bile değiliz. Örnek verecek olursak: hocamızın da dediği gibi bir Aristotales, Auguste Comte, Descartes, Voltaire gibi düşünürlerin günümüzde düşünce ve fikir yapıları ile putlaştırıldığını aşikarlığını yaşıyoruz. Acı olan tarafı bilmek, düşünmek ve öğrenmek değil; acı olan tarafı bilgiyi ve ilmi yanlış yerde kullanmaktır. Bilmenin güzelliğinin yanında birde kötülüğü vardır. Bilgiyi yanlış yerde kullanmak veya yanlış olanları bilmek ve öğrenmek gibi…  Her şeyde olduğu gibi ilim ve bilimde bile yol ve yöntemin yanın da birde tartı gerek insana, aldığın yükü nerde indireceğini ve nereye götüreceğini bilmiyorsan sırtında ki ağırlık ile ezilir ve kaybolursun. Bu şekilde yolunu kaybedip bilge konumunda yolunu şaşıran nice insan vardır. Bu yüzden çok bilmek değil iyi olanı bilmek yine bildiğinin doğruluğunu bilmek ve kullanacağın yer yöntemi bilmek en güzel bilme şeklidir. İnsanoğluna göre bilmenin tarihi toplum ve ülkelere göre değişim göstermektedir. Ancak İslam’da bilim varoluş ile başlamıştır. İnsanoğlunun yeryüzüne indiği günden beri ilim ve bilim yaratılmıştır ve insanın onu bulma ve görmesini beklemiştir. İnsanın bilim ile karşılaşması genellikle ihtiyaçlar dahilinde gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki avcılık ve toplayıcılık ile başlayan silah ihtiyacı ile başlayan bilim zamanla farklı ihtiyaç ve isteklerle şekil, yer, zaman değiştirerek günümüzde ki son halini almıştır. Hocamızın detaylı olarak ele aldığı ülke ve toplumların ilim ve bilim tarihlerini şöyle sıralamıştır: Greklerde bilgi, Roma, Akdeniz medeniyeti, Avrupa’nın Orta Çağı, Kur'ân’ın aydınlattığı ilim, Batı’nın Orta Çağı, Rönesans, On yedinci yüzyıl, On sekizinci yüzyıl, Yirminci yüzyıl olarak devam etmektedir. Anlatılan bu ilim serüveninin her noktası ve her aşamasında Müslümanların birer imza attıkları gurur ile görmek ve öğrenmekteyiz. Bunun ile birlikte Laouis Gardet’in şu sözleri de bu duruma bir kanıt olmakta: “Gerçekte uygulamalı bilimlerin incelemenin ve teknik aletlerin İslam öğretisine neden dolayı aykırı olabileceği anlaşılmamaktadır”. Yine şu sözün açıklığı ile bu gerçeklik somutluk kazanmıştır: “Müslümanlar tarih sahnesinde görünmeselerdi, Avrupa’nın gelişmesi birkaç asır geri kalırdı.” Bu tarihçenin elbette ki güzel ve güzel olmayan yanları vardır. İlerlemek, öğrenmek, bilmek güzelliği elbette ki yanında veyahut altında barındırdığı çirkinlikler de vardır. Bu tarihçelerin en ileri hali olan ve en gelişmişi veyahut en çağdaş dönem olarak anılan yirminci yüzyıl olan günümüz dönemidir. Bu dönemin güzellikleri kadar bir de korkunç olan yanları vardır. Cinayetlerin artışı, suçların çoğalışı ve suçların çeşitlilik göstermesi bu dönemin kötü yanlarındandır. “Teknolojik şeytan” olarak da anılan bu dönemin getirisi elbette götürüsü ve kaybı da çoktur. En korkunç olan yanı ise dini kendi çıkarları uğruna kullanan, dine farklı atıf ve çirkin yakıştırmalarda bulunan, haksız rekabet, para kazanmak adına kaybedilen değerler, mazlumun çoğalması, zalimlerin artması, suç ve yanlışların desteklenmesi, görmezden gelinmesi, bencilliğin hat safhaya ulaşması, hırsızlığın şekil değiştirmesinin yanında çoğalması, şükrün azaldığı, saygının yok olmaya yakınlığı vs... diye sayfalara sığamayacak kadar olamaması gereken şeylerin artışı bu döneme, bu yüzyıla tabi olması acıdır elbette. Hocamızın değindiği acı gerçeklerden biri de asi bir gençliğin ortaya çıkması ve teknolojinin kurbanı olmuş robot düşünceli genç neslin zayıflığıdır. Araştırmak, bilmek, öğrenmek eylemlerinin gençlik için boş bir uğraş olduğu şu yüzyılda aslında bilgi olarak geri adım atılmakta olduğunu görüyoruz. Üşengeç bir neslin doğuşu ve robotlara tabi kalındığı şu yüzyılda ilerleyen teknoloji ile gerileyen beyinler ve üşengeç bedenler artmaktadır. Tek yapılanın ve mühim olanın(!) batılılara özenmek ve kendi değerlerini kaybetmek olduğu da acı bir gerçekliktir. Ne yazık ki bu konuda elimizi kaptırmış bulunmaktayız ve sıra kolumuza gelmekte, umarım bu tuzağın farkına varırız. Bunun yanında bir mühim nokta vardır; dinin ve ilmin birlikteliği veya ayrılığı söz konusudur. “Her bilge dindar değildir, her dindar ise bilgin değildir” diyen Profesör Draper ne doğru bir söze imza atmıştır. Burada kasıt sadece İslam dini değildir elbette. Her din kendine has yasak ve yanlışlar listesi barındırır ve her din kendine usul, adap ve kültür birikimi ile var olmaktadır. Bu sebepten ötürü bilmenin en güzel süsü ve yolu dine çıkıyor. Elbette ki hak din olan İslam dinine çıkan bütün ilim ve bilim yolları aydınlık ve huzurludur. İslam kendi güzellikleri ve kendi birikimi ile başlı başına zaten bilinmesi gereken en birikimli yoldur. Çoğu kendini bilmez ve kendini akıllı zaten kişiler İslam’ın bilime aykırılığı ve karşı oluşu ile dinimize karşı yanlış atıflarda bulunsa da, yüce kitabımızı okuyan ve öğrenen kimselerin, aslında ilim ve bilimin kaynağı olan İslam’ın bilgeliği karşısında şaşkın oldukları görmek ve bilmekteyiz. İslam matematik, coğrafya, fizik, tıp, geometri, tarih, astronomi gibi var olan bütün ilim ve bilimleri barındırmaktadır. Her alana ayrı tat katmasının yanında yol göstermesi de ayrı bir yönüdür. Demem o ki eğer ilim tatlı tarifi ise İslam da tatlının ta kendisidir. İslam deryasına dalacak olursak da kendi içindeki nizama hayran kalmamak elbette elde değildir. Bu nizamın içinde farklı husus ve noktalar vardır. Bunların önceliklerinin yanında elbette bir de İslam’ın yayılması vardır. Yanlış atıf ve anlatmaların bir de dini kullanarak ilerlemeye çalışan geri şahısların olduğu bir savaş vardır.  Bu savaşın elbette ki galip kesimi İslam olacaktır ve öyle de olmuştur. Bunun teori ve gerçeklikleri gün ışığına çıksa da kabullenemeyen kesimlerin hüsranı gün ışığı gibi ortadadır. Velhasılı kelam ilmin yolu İslam ve yine İslam’ın yolu ilimdir. İkisi birbirinden ayrı düşünülemez.

Yorumlar

Daha önce yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yazmak ister misiniz?

Yorum Yaz