EFENDİBABA - Ardından Bölümüne Dön
“EFENDİBABA” Şefika Leyla
Yirmi dört torunundan biriyim ben. Ona söyleyecek çok şeyim var. Adına methiye mi dersiniz, takdirkâr ifadeler mi bilemem, takdir okuyanın.
Hani derler ya; “Dünya bir yana, sevdiğim bir yana”... Bendeki “Efendibaba” muhabbeti de öyle bir bakıma. Gülünce gözlerinin içi gülen, varlığı torununlarının çocuklarına da neşe kaynağı olan bir Efendibaba. Muhabbetimizde bir aşırılık hissetmeye görsün, hemen bunu hayra çevirip Allah ve Resulu’nden başkasını severken ki ölçüyü öğretmeye ne güzel vesile kılardı. Etrafındakilerin sevgisine lâyık olmaya çalışırken ki mütevazı hali onu ne masum bir çocuk şirinliğine büründürürdü.
Nelerden bahsedebilirim “Büyükbabam” hakkında diye düşünürken, bu hitaptan hoşnut olmadığını hatırladım. Bizi “Büyükbaba” demeye iten sebep neydi pek hatırlamıyorum ama onun hoşnut olmayışı, yenilikçilerin özentilerine bir mesel olması sebebiyle olabilir. O Efendi bir babadır. Örflerine olan bağlılığının izlerini Efendiliğiyle taşımıştır üzerinde. “Biz neden size dede demiyoruz?” şeklindeki çocukluk suâlime karşılık, gayrimüslim bir cemaatin ulularına böyle hitap edildiği için hoşlanmadığını ifade etmişti bana. Bâtıla kaş çatan bu şuurlu duruşa gıpta etmemek mümkün mü?
Mûnis, sevecen, şefkatli insan… Onurlu, sinirli, celâlli olduğunu söyleyenlere “Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak” diyen Hekimoğlu İsmail, nezih bir cevap vermiştir. Hakezâ; kızdığı, celâllendiği durumlar da bir iman asabiyesinin söz konusu olmadığını kim iddia edebilir?
“Benim yaramazlığım ablamın suçudur, ablamınki annemin. Annemin hataları ise, hep benim suçum kızım” derken müşfik bir baba ve öğretici. Evvelâ çoban, yani bilen; mesuldür. Önce çoban hesap vermelidir. Hz. Musa da kardeşi Harun’un başından tutup, “Ey anamın oğlu” diye duyularına hitab ederek silkerken, bu terbiyeye mi tâbi olmuştu?... Öğreticiyi sorgulamadan, suçluyu yargılamamak... Öğretirken düşündürebilen ender insanlardan biri idi. Müslümanın meselelerinin bir çoğunun tefekkürsüz’lükten, fıkıhsızlıktan kaynaklandığını söyleyerek çareler arıyordu. Meselâ İslâm’ın şartı beş diyenlere ilmin, cihadın, tefekkürün v.s. de farz olduğunu, şartları sayı ile sınırlamanın yanlış olduğunu anlatıyordu.
Körü körüne taklitçilikle, çok mücadele etti. Mukallit bir beynin insan bünyesinde büyük bir araz olduğundan bahisle tedavi metodları aradı. Yaşadığı çağın en büyük hastalıklarından birinin de hurâfe olduğunu, vahyi kaynaktan uzak kalışın sonucu bunun beyinlerde müzminleştiğini söylüyordu.
Bulunduğu meclislerde gündelik meselelere dalınamadan fikrî bir atmosfer oluşur, kendine has üslûbu ile bir meseleyi gündeme getirir, çözerdi zihinlerde. Belagatini, siyaset, diyalektik, münazara zemininde sağlama alır, yerinde ve zamanında vakit kaybetmeden sürerdi tezini ortaya. Haklı olmadığı bir meselede tartıştığına hiç şahit olmadım. Tartışa tartışa, tarta tarta, beraberce, doğruya ulaşmaya...
Adına “Fikir Kulübü” dediği orjinal uygulaması ile fikir jimnastiği yaptırarak şahsiyet gelişimini ön plana çıkarır, düşündürürdü. Derler ki; bu yüzden farklıdır Malatya’dan geçenler. İlmî bir konuda kolay kolay delilsiz konuşmaz, vebalini bilir, konuşanı da sorgulardı.
Anlatmaya çalıştığı bir “kelime” idi... Davet ederdi tüm tanıdıklarını, haber gönderirdi tanımadıklarına ortak bir kelimeye gelin diye. Kelime-i tevhidi anlamanın önündeki engelleri bir bir kaldırmaya çabalardı. Bunu yapmayan, yapamayan kardeşlerini hesaba çekerdi; “tavuğunun yumurtası kadar sahipleneceğin bir dinin yok mu senin?” diye.
Sizi çok özlüyorum Efendibaba!
Davranışlarımızı tedip eden bakışlarınızı!
Müşküle düştüğümde çehrenizdeki ifadeye bakıp anlam arayamıyorum artık, çok uzun bir zamandır. Hangi gülüşünüz; Mü’mine muhabbet, hangi kaş çatışınız; münkire nefret?... “Müstesna Anlayışımız”da arıyorum. “Biz külüstür adamlarız, ben külüstür bir adamım” deseniz de, eskimeyen yeniye tabi oluşunuz; ömür boyu süren talebeliğinizde ve nurlu simanızda ışıldadı.
Bir insanı tanımak ve onu sevmek ulvî bir mesnede dayanmazsa mânâsız ve bencilce olur. Tâ ki söz konusu şahıs beşeri zaaflarını İslamî hassasiyetlerinin önüne geçirmiyorsa, bedevice tavırlara dahi şefkatle mukabelede sebat ediyorsa, rahat ve müreffeh bir kültürün mensubu olmasına rağmen, gösteriş yerine vakar ve asâlet taşıyorsa, en ince zevklere vâkıf olduğu halde bunların ardından koşmuyorsa, kendisi ile Allah’ın hatırlandığı bir Müslüman olması referanslarından bazıları ise, onu sevmek mükellefiyet değil midir? Bu iyi hallerin günahlarını bağışlamasına duâcı, Rabbimden bol rahmet dileyebilmekle müteselliyim.
Efendibabam söz konusu olunca söyleyecek sözüm çok. Engin şefkatiyle gıybetini yapanlara, iftira atanlara “onların bilmediklerini” söylerken, bir Resûl talebesi örneği oldu. Dostlardan gelen dikenli güllere alışık, daima salâh diliyordu. İnci misali dizdiği eserleri bize miras kaldı. Dünyada Allah’ın bir lütfu olarak yakınlığın, beraberliğin hazzını tattım. İstifadelenmeye gayret ettim. İçimde ukde kaldı, ona hakkıyla hizmet etmek nasip olmadı. Ebedî hayatta onunla, Resullerle, sıddıklarla olmak nasip olur inşallah.
EFENDİBABA Şefika Leyla
Yorumlar
Efendibabam söz konusu olunca söyleyecek sözüm çok, engin şefkatiyle gıybetini yapanlara, iftira atanlara “onların bilmediklerini” söylerken bir Resûl talebesi örneği oldu. Dostlardan gelen dikenli güllere alışık daima salah diliyordu. İnci misali dizdiği eserleri bize miras kaldı. Dünyada Allah’ın bir lütfu olarak yakınlığın, beraberliğin hazzını tatım. İstifadelenmeye gayret ettim. İçimde ukde kaldı, ona hakkıyla hizmet etmek nasip olmadı. Ebedî hayatta onunla, resullerle, sıddıklarla olmak nasip olur inşallah. munise civan
Yorum Yaz
Okuyan | Dinle |
---|